Avrupa’nın önemli araştırma kuruluşlarından “Avrupa Dış İlişkiler Konseyi”nin (EFRC) son bulguları bir hayli ilginç. “AB’de neler oluyor?” sorusuna yanıt arandığı bir sırada, bu bulgulardan yeni bir Avrupa’nın ortaya çıkmakta olduğu görülüyor.
Ancak bu, “proaktif” girişimlerle ortaya planlı bir şekilde çıkan bir Avrupa değil. Burada kendi çelişkilerinden ve öngörülemeyen siyasi ve ekonomik sorunlardan kaynaklanan “reaktif” bir değişim sürecinden söz ediyoruz.
EFRC tarafından yayımlanan “Avrupa Dış Politika Skor Kartı” adlı araştırma da buna işaret ediyor. (www.ecfr.eu/scorecard/2012/extras/pdf/ http://www.ecfr.eu/scorecard/2012/extras/pdf/>). Araştırmanın özet tanıtımındaysa çarpıcı bir cümle kullanılarak, “Avrupa, dünya sorunlarına çözümler bulacağına kendisi bir sorun haline geldi” deniyor. AB içinde de “birlik” fikriyle tümüyle çelişen ciddi ayrışmalar yaşanıyor.
Sonuçta, bazı üye ülkelerde artık AB ve Alman bayraklarının yakıldığı bir “birlikten” söz ediyoruz. Dahası, geçmişte bol keseden dağıtılan AB kaynaklarını denetimsiz ve savurgan bir şekilde kullanan Yunanistan’ın egemenlik kaybını endişeyle izleyen Avrupalılar arasında “Bize de aynı olacak endişesi” yayılıyor. Bu arada, “Tembel üyelerin faturası bana niçin çıkarılıyor?” diyen Avrupalıların sayısı da artıyor.
Ateşleme bobini
Özetle, bugün Türkiye’nin karşısında eşit üyelerden oluşmayan, siyaseten ve ekonomik açıdan zayıf düşen ülkelerin sadece marjinalleştikleri değil, ciddi egemenlik kaybına uğratıldıkları bir “birlik” duruyor. Bu arada, ortak dış ve savunma politikalarını hâlâ oluşturamamış ve sözde ortak olan ekonomik politikalarını da yüzüne gözüne bulaştırmış bir birlikten de söz ediyoruz.
Öte yandan, AB’nin Türkiye’deki reform sürecinin arkasındaki en önemli lokomotif güç olduğu da artık söylenemez. Türkiye’deki siyasi ve ekonomik dinamiklerin, “kurulu düzen” tarafından tekdüze bir şekilde yönetilmeye çalışıldığı dönemlerde, AB’nin reformlar için “ateşleme bobini” görevini gördüğü inkâr edilemez.
Ancak, Türkiye artık “Pandora Kutusu”nun açıldığı “heterojen” bir ülkedir. Değişim dinamiği de asıl gücünü “dışarıdan” değil, esas itibariyle ülke içindeki toplumsal eşitsizlikler, gerilimler, çelişkiler ve açmazlardan alıyor. Batılı diplomatlar bile AB’nin Türkiye üzerindeki “yumuşak gücünün” neredeyse sıfırlandığını söylüyorlar.
Değişimi güden gerçek
Özetle, ileri demokrasi ve insan haklarına saygı tüm yönleriyle oturtulmadıkça Türkiye’de ne toplumsal huzur ne de gerçek anlamda kalkınmanın olamayacağı artık görülüyor. İster “Kemalist”, ister “dinci”, ister başka bir şey olsun, hiçbir kesimin Türkiye’ye artık tek tip bir elbise giydirmesi de kolay değil.
Değişimi artık güden asıl gerçek budur, AB’nin telkinleri veya baskılar değil. Vatandaş da bu aşamada toplumsal gerginlik değil, huzur ve daha fazla ilerleme istiyor. Bu da, doğal olarak, köklü değişimi ve reformları zorunlu kılıyor.
Vazgeçilsin demiyoruz!
Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkileri, özellikle -ECFR bulgularının da ortaya koyduğu gibi- AB üyeliğimize soğuk bakmayan ülkelerin artık “liderlik” konumuna geçmeye başlamalarıyla da derinleşmeye devam edecektir. Ortadoğu’daki gelişmeler, Ankara’yı da hazırlıksız yakaladığı ve bölgeye dönün beklentilerini altüst ettiği için, bu ilişkiler Türkiye açısından da hayati önem taşıyacaktır.
Ancak, Avrupa’daki mevcut karmaşa ortamında AB perspektifimizin ilerlemesi zor görünüyor. Bu arada, Fransa gibi AB’nin en temel kurallarını ihlal ederek üyelik yolumuzu somut bir şekilde tıkamış olan bir ülkenin varlığı da unutulmamalı.
Burada kesinlikle “küsüp bu işten vazgeçilsin” demiyoruz. Fakat AB’yle ilişkilerimizin “üyelik rotasında” ilerlemesi için Avrupalıların her şeyden önce nasıl bir “birlik” istediklerini ortaya koymaları gerekiyor.
Oysa AB projesi bugün Avrupa’da bile birçok insan için cazibesini kaybetti. Bu insanların gelecekte nasıl bir AB istediklerini bildiklerini de sanmıyoruz. Şu anda daha çok ne istemediklerini ortaya koyuyorlar. Bunlar ise cazip olan bir “birlik” görüntüsünü pekiştiren şeyler değil.