Kış severim. Kül renkli günlerde, beyaz ışıldar. Kışın çiçeği nergistir. Onun uykulu kokusu, kömürleşmiş ruhumuzu temizler.
Çoğumuz bilmeyiz bu çiçeğin hikayesini.
Narcissus adlı kış gibi soğuk erkeğin kendine aşık olup göl kenarında bu çiçeğe dönüşmesini.
Ama narsistleri biliriz çünkü her yerde, her taraftalar.
1966 yılından beri Amerika’da bir anket yapılıyor. Şu ana kadar 9 milyon öğrenci katılmış durumda. Bu anketin son bulguları geçen gün yayımlandı. Psikolog Jean Twenge ve ekibi öğrencilerdeki narsist yönelimlerin yüzde otuz arttığını söylüyor. Dört öğrenciden birinde narsist karakteristikler çıkıyor. Bu çok ürkütücü bir istatistik.
Narcissus kulağa şiirsel gelebilir, Caravaggio’nun resmine bakıp narin boyunlu, göl nazarlı erkeğin güzelliği cezbedici görünebilir. Aman dikkat. Tecrübe konuşuyor!
Son yıllarda, Narcissus’a saplanmış bir insan olarak pek çok narsisti yakinen tanıma fırsatına eriştim. Edebi eserlerde, Freud’un masalsı teorilerinde onunla cebelleştim. Doktora tezimin önemli bir bölümünü ona ve onun modern reenkarnasyonu olan Dorian Gray’e ayırmam boşu boşuna değil. Neden Narcissus? Çünkü hastalıklara ilgi duyan ben, narsisizmin bir epidemiğe dönüştüğünü gözlemlemiştim. Son dört yıldır, tarihi canavarları çalışırken, günümüzün olağan şüphelilerini, canavar-narsistlerini es geçemezdim. Gerçi biraz acı verici oldu, bir süre için mitin öteki kahramanı Eko’yu oynamak durumunda kaldım ama narsisizm denen illeti çok iyi anlamış oldum. Aferin bana!
Dediğim gibi, (c)ismin güzelliğine, çiçeğin zarafetine aldanmayın. Narsisizmin cinsleri, kademeleri var ama genel hatlarıyla etrafımızdaki çoğu megaloman narsistik kişilik bozukluğundan mustarip. Mitolojik ataları gibi narsistler kendilerinden başka kimseyi görmezler. Onlar en iyidirler. İlgi odağı olmak isterler. Olmayınca çirkinleşebilir, çirkefleşebilirler. En küçük eleştiride köpürebilirler. Tuhaf kırılganlıkları vardır, o yüzden onlara acıyabilir, sarıp sarmalayarak kendilerinden kurtarmaya çalışabilirsiniz. Bana göre, bu elektrik çarpmasıyla eşdeğerdir. Narsistler bir anda öyle duygusuz olabilirler ki neye uğradığınızı şaşırırsınız. Tanıdık geliyor mu?
İlginç olan, çoğu narsist, narsist olduğunu bilmez, kabul etmez. Terapiden en sık onlar kaçar. Bir yaşa gelip yapayalnız kalınca artık dank eder diye düşünürsünüz. Heyhat, o zaman da suçlanacak nice anne, baba, sevgili, düşman buldukları için pek bir şey değişmez. Kinlerinden beslenirler.
Narsistik Kişilik Bozukluğu’nun dünyada bu kadar yayılması tesadüf değil. Twenge ve Campbell, narsisizmin yaygın olmasını birkaç sebebe bağlıyor. Ailelerin aşırı yakınlığı/uzaklığı ve ünlüleri kültleştirmemiz önemli faktörler. Sosyal medya ve kredi kartlarıysa insanları olduklarından daha başarılı gösterebiliyor. Bunlara tonlarca “kendini geliştir/beğen” kitabı ve yaşam koçu nasihati eklenince, narsist olmamak ne mümkün? Toplum, “kendini şu ya da bu şekilde göster” felsefesini körükledikçe, nice narsist ve türevi pörtleyiveriyor.
Rollo May, çağ narsisizm çağı olacak demişti. Haklı çıktı. Anket sonuçlarına göre eskiden tevazu önemliymiş. Oysa şimdi başarının sırrı, kendinden emin olmak, kendini sevmek ve beğenmek olarak gösteriliyor. Öğrencilerin çoğu, kendileri diğerlerinden üstün bulduklarını söylüyor. Enteresan, çoğu kendilerini yazı konusunda yetenekli buluyor. Oysa 1960’lardan bu yana SAT gibi objektif testler gösteriyor ki dilde/gramerde/ifadede fena halde düşüş var. Bu mitomani yüzünden çoğu zannettikleri gibi başarılı olamayınca depresyona giriyor.
İşin üzücü tarafı, bir sağlık formülü olarak pompalanan “kendini sevme” tavsiyesi mutluluk getirdiği pek görülmemiş. Kendinizle barışık olmaktan, birey olmaktan bahsetmiyorum elbet. Tüketim mantığıyla barışık olan bir “kendini sevmek” formülünden bahsediyorum, ki bunun içine kendin için şunu, bunu satın al, kendin için estetik yaptır gibi şeyler var. Sorun, insan parlak sulardaki yansımaya aşık olup asıl olanı görmüyor. Güzelim Narcissus gibi kendi göllerine odaklanıp, boğulup gidiyor. Sonunda da yalnız bir çiçek olarak bitiveriyor.
Bakın Rilke ne demiş: “Yalnızlık bir yağmura benzer,/ Yükselir akşamlara denizlerden/...Yüzlerini sabaha döndürünce sokaklar,/Umduğunu bulamamış, üzgün yaslı/ Ayrılınca birbirinden gövdeler;/ Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde/ Yatarken aynı yatakta yan yana:/ Akar, akar yalnızlık ırmaklarca.” (*)
Ey Narcissus, çık şu sularından, karış sokaklara, insanlara. Korkma. Kendinden çok daha güzel bir dünya var.
—————————-
* Çeviri: Behçet Necatigil