Dostoyevski, “Suç ve Ceza” romanında bizi müthiş bir sorgulamaya mecbur eder, ailesine yardım etmek için bedenini satmak zorunda kalan Sonya karakterine, aynı zamanda bir ahlaki güç ve iyileştirici rol biçer.
Hayat romanlar kadar romantik değil ama...
1986'da Antalya'da 4 kişinin tecavüzüne uğrayan bir hayat kadınının açtığı davada, sanıklara 1926 yılında çıkarılmış bir yasa maddesindeki "Fahişeye tecavüz halinde 3'te iki oranında ceza indirimi" maddesi devreye girer.
Yasa gereği sanıklara ceza indirimi uygulayan hâkim, bu maddenin iptali için Anayasa Mahkemesi'ne dava açar ama madde iptal edilemez. Ancak Kasım 1990'da düzeltir siyaset hatayı.
Karakterini bedeninin önüne koyabildiğimiz için bir roman kahramanı Sonya'ya âşık olacak kadar saf ve hayatın acımasızlığına karşı öfkelenmekten başka bir şey yapamayan etkisiz çocuklardık.
"Mektebe" gidip "Milli" olmadan kurulan cümlenin ağırlığı olmazdı bıyığı terlilerin çilingir sofrasında.
***
"Mektep" denilen şey genelevdi aslında, "milli olmak" da ilk kez bir kadınla seks yapmaktı.
Genelev lafını pek sevmem, içerisinde yaşanan zulmü perdelemek ister bir hali var sanki o kelimenin.
Kerh Arapça kökenli bir kelime, utanma ve iğrenme anlamına geliyor yani hem daha gerçek hem de daha acı.
Osmanlı tarihçisi ve devlet adamı Cevdet Paşa'dan öğrendiğimize göre, İstanbul'da bilinen ilk genelev patroniçesi Langa Fatma adında bir kadınmış. O zamanlar "Zarifhane" ve "Kibarhane" diye anılırmış mekânı.
Osmanlı döneminde sadece cinsellik değil fasıl ve edebiyatın olması daha insani kılmıyor kerhanelerde yaşananları.
Yine acı bir ayrıntı, içerisinde yaşananlardan dolayı değil 1812'deki veba salgını sırasında kapatılıyor genelevler, sonra da 1884'te devletin izniyle ilk kerhane açılıyor.
***
Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Garip Kişi” adlı şiirinde, "Ne geçti elime bu hayatın, meyhanesinde, kerhanesinde?" mısraları vardır.
Elimize geçen şeyler oldu aslında, mesela en büyük siyasi tartışmaların göbeğine oturdu kerhaneler, edebiyatın, sinemanın beslendiği damar oldu uzunca bir süre.
Önce siyaset tartışmalarına bakmak gerek.
1968 yılında, ABD'nin 6. Filo’su İstanbul'a gelecek diye Valilik emriyle Zürafa Sokak'taki genelevler boyatıldı.
Utanç verici değil mi? Keşke sadece bununla kalsaydı, "Rus salatası" bir günde "Amerikan salatası" oluverdi.
Refah Partisi, Türkiye'de birçok belediye başkanlığını kazandığı dönemde de siyasetin popüler tartışmalarından biriydi "Kerhaneler kapanacak mı, kapanmayacak mı?" tartışması.
Türkiye için laikliğin önemini Salacak Sahili'nde içki içerek anlatmaya çalışan kimi aydınlar(!) neyse ki daha ileriye götürmediler eylemlerini. Sorunun bir insanlık sorunu olduğunu kavradık sonuçta hepimiz.
Bu insanlık sorununa kendince çözümler üretmeye çalıştı herkes.
7-8 yıl önce, sol bir terör örgütüne yakınlığıyla bilinen bir grup, İstanbul'un sosyoekonomik olarak geri kalmış bir mahallesinde, bedenini satan bir kadını önce darp edip sonra cezalandırdık diye sosyal medyada fotoğrafını paylaşmıştı.
"Daha insancıl" kelimesi geçen bir cümlede, ABD'yi referans olarak göstermek hoşuma gitmese de, bazı eyaletlerde polis fuhuşla mücadele için kadınları değil müşterileri ifşa etmeyi tercih ediyor ve daha fazla sonuç alıyor.
Genelev patroniçesi Manukyan'ın tüm iş dünyasını geride bırakıp vergi rekortmeni olması da siyasi tartışma konusu olmuştu bir zamanlar. Doğrusu, yürütülen en doğru siyasi tartışma da buydu tahminen.
***
Müjde Ar'ın canlandırdığı ilk genelev karakterinin adı Cevahir, ikincisi Asiye'ydi.
Hülya Avşar, Nalan rolünde çıkmıştı karşımıza, Serpil Çakmaklı Yaprak, Oya Aydoğan Zeynep olmuştu.
Türkan Şoray kendi kanunlarını yıktığı “Metres” filminde genelevden ayrılma Feride'ydi.
Nurseli İdiz, “Kadıncıklar” adlı tiyatro oyununda ünlü Zürafa Sokak'ta çalışan Neriman adlı hayat kadınını oynamıştı.
Çağdaş sanatın önce isimlerinden Şükran Moral'in yine Zürafa Sokak'ta çektiği “Bordello” aslı eseri İstanbul Sanat'ta sergilenmişti.
İrfan Yalçın'ın “Genelevde Yas” romanı, “14 Numara” diye sinema filmi olmuş sonra tekrar basılmıştı.
Gırgır, Çarşaf, Fırt gibi haftalık mizah dergilerinin kapaklarında siyaset göndermeli karikatürlerin de değişmez mekânıydı Zürafa Sokak.
Adı bile tartışma yaratan bir sokaktır orası, Cumhuriyet'ten önce Zürefa olan adının Osmanlıca lezbiyen anlamına geldiğini iddia edenler ve o yüzden Zürafa denilmesine karşı çıkanlar da vardır.
***
Dünyanın en saygın yazarlarından biri olan Ernest Hemingway de, 1922 yılında geldiği İstanbul'dan yazdıkları arasına Karaköy'ü eklemeden edemez: "Avrupa'daki refah döneminin en çılgın yılları bile buradaki fuhuşla yarışamaz."
İşgal altındaki bir İstanbul için fazla iddialı bir tespit bu. Büyük Casusları anlatan bir kitapta Ernest Hemingway'in KGB adına çalıştığını ve Nazi denizaltısı gözetleme döneminde de hayal gücünün çok kuvvetli olduğunu okumuştum, referans alınabilir mi, emin değilim.
Hemingway'in iç savaş yıllarında bulunduğu İspanya'da bugün fuhuş sektöründe çalışan kadınların sendikal mücadelesi yargıya taşınmış durumda, ABD'deki benzer bir sendika daha rahat hareket edebiliyor belki ama sömürü düzeni bitmiyor.
***
Dünyada savaşlar ve göçler olduğu müddetçe, kadın bedeni üzerinden kazanç sağlama çabası olacaktır.
Biz genelevleri antik Yunan ve antik Roma kaynaklı zannederiz ama Sümerler döneminden beri süren bir sömürü düzeni bu ve mücadele mekânlardan çok insanlarla olmak zorunda.
Zürafa Sokak'ın kültürle buluşturulması fikri iyi bir fikir, Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız meseleyi iyi ve etkili şekilde anlattı, fikir birlikteliğini sağladı.
1812'deki veba salgınının ardından kadın ticaretinin yaygın olduğu ve Melek Girmez Sokağı olarak adlandırılan bölgede evler yıktırılmış, ilk başta ahşap olarak Hidayet Camii yaptırılmıştı.
Zürafa Sokak'ın yeni hali elbette son bir asırdan daha iyi olacak ama unutmayalım ki ne o sokaktan geçen gölgelerin yaşadığı açlık ne de o sokaktaki Arnavut kaldırımlarında yankılanan topuk seslerinin sahiplerinin acısı ne Türkiye'de ne de dünyada bitecek...
An’lar...
İstanbul zaman yolculuğunda 1933’ten 1980’lere kadar gidiyoruz bu hafta. Eski zamanların siyah-beyaz ama daha başka olan İstanbul’una...
1933, Aksaray. Sokaklarda çocuk sesleri ve kahkahalarını özlüyor insan fotoğrafa bakarken...
Maslak, 1970’ler. Ehliyet almak o kadar da kolay değildi geçmişte. O zaman şehrin bir ucu olan Maslak’ta girilirdi sınava. A, B, E gibi sınıflar yoktu, “Profesyonel” ve “Amatör” ehliyetler vardı.
Bayramyeri, Kasımpaşa, 1970. Sineması, yazlık aile bahçesiyle bir döneme damgasını vuran mekân.
Haftanın fotoğrafı
Çarşamba günü Yosif Visaryonoviç Cuğaşvili ya da herkesin bildiği adıyla Stalin’in 142. doğum gününü kutladı Rusya Komünist Partisi’nden bir grup. ABD’nin Rusya’ya yönelik en önemli tehditlerinden birinin Apple ürünlerinin ihracatını yasaklamak olduğu bir dünyada oldukça ilginç ve nostaljik bir kutlama oldu bu.