İnanması güç ama pasaportun tarihçesi MÖ 450 yılına kadar gidiyor.
Bugünün İran sınırları içerisinde hüküm süren Kral Artaxerxes, temsilcisi Nehemya’ya, Güney Filistin’e yapacağı yolculukta kullanmak ve diğer yöneticilerin güvenli geçişe izin vermelerini isteyen bir mektup verir.
Daha eskisi varsa bile bu insanlık tarihinde bilinen ilk pasaportlardan biri olarak kabul edilir.
Pasaportun bizim topraklarımıza gelişi 1800’lü yılların başına, 2. Mahmud dönemine rastlıyor.
Ondan önce yapılan yolculuklarda gidilecek ülkenin pasaportunu almak gibi bir uygulama varmış.
İlk pasaportun milattan önce verildiğini düşünecek olursak, pasaport Avrupa’ya da geç gelmiş diyebiliriz.
Tam 72 yıl boyunca Fransa Kralı olarak tahtta oturan 14. Louis döneminde, yani 1643’ten sonra ve 1715’ten önce pasaport Avrupa’da yaygın olarak kullanılmaya başlamış, her ülke kendi düzenini kurmuş.
Garip olan noktaya geçeyim hemen, pasaport ve vize uygulamasını başlatan ülke Fransa, 1861 yılında birden bu uygulamadan vazgeçmiş.
Demiryolunun yaygınlaşması ve başlayan turizm hareketi çerçevesinde bir sürü ülke de Fransa’yı takip edip pasaport ve vizeleri kaldırmış.
Ancak 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte sınırları koruma adı altında Avrupa tekrar pasaport ve vizelere dönmüş.
Pasaportun tarihçesinin izini sürmek mümkün ama vizelerin izini sürmek o kadar kolay değil.
Misyonerlik faaliyetinde bulunan Hristiyan din adamları, ülkelerindeki taht kavgalarından kaçan soylu aile üyeleri, ülkeleri işgal edilen ya da sömürge haline getirilen insanlar vize rejimine tabi tutulan ilk gruplar olarak adlandırılıyor.
Serbest dolaşım hakkını ilk alanların Kudüs’e giden zengin hacı adaylarını koruyan, hasta adaylara yardım eden Malta Şövalyeleri olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu, pasaportların daha kurumsal hale gelmediği zaman diliminde yaşanmış bir durum. Ortaçağ Avrupa’sında Katolik Kilisesi’nin gücünü bilince şaşırmıyor insan.
***
Biraz komik ama 1. Dünya Savaşı başladığı için pasaport ve vize uygulamasını yeniden başlatan Avrupa, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra aynı kıtada yaşayan insanlar birbirlerini daha iyi tanırlarsa yeni savaşlar çıkmaz diyerek vizeleri kaldırmayı gündemine aldı.
Türkiye’nin de 1949’da üye olduğu Avrupa Konseyi, tam yedi yıl süren bir tartışma sürecinin ardından 1957 yılında Avrupa Konseyi Üyesi Ülkeler Arasında Şahısların Serbest Dolaşımı Anlaşması’nı imzaladı. İmza koyan ülkeler bu anlaşmayı iç hukuklarına uygun hale getirdiler ve 1960 yılında Avrupa’daki ülkeler arasında vize meselesi sona erdi. Türkiye de bu anlaşmaya imza koyan ülkelerden biriydi. Türk vatandaşları için vizesiz Avrupa’nın kapıları açılmış oldu. 1970’lere kadar süreç sorunsuz ilerledi. 1970’lerde dünyayı saran petrol krizi ve Türkiye’de yaşanan iç karışıklıklar zaman zaman tartışmalar çıkarsa da 1980 yılına kadar Türk vatandaşları için vizesiz Avrupa devam etti.
O dönem yaşanan döviz kıtlığı nedeniyle yurt dışına çıkarken insanlar yanlarına sadece 500 dolar alabiliyordu. Daha kredi kartlarının Türkiye’ye girmediği bir dönemde, konuştuğumuz şey vize değil kambiyo yasasından kaynaklanan zorluklardı.
***
12 Eylül darbesinin lideri Kenan Evren’in çok günahı var ve bir tekini bile almak istemem.
O yüzden, Evren’in zamanın Federal Almanya Yönetimi’nden Türk vatandaşlarına vize koymasını istediği iddiası doğru değil diyerek başlayayım.
Birleşmeden önceki adıyla Federal Almanya, Türk vatandaşlarına vize serbestisini kaldırma kararını 9 Temmuz 1980 tarihinde Avrupa Konseyi’ne bildirdi.
Genel Sekreterliğe teslim ettikleri metinde, 1957 serbest dolaşım anlaşmasını artan iltica talebi nedeniyle Türk vatandaşları için askıya aldıklarını ve üç yıl sonra durumu gözden geçireceklerini belirtiyorlardı. Fransa darbeden 12 gün sonra 24 Eylül 1980’de attı ve Türk vatandaşlarına tekrar vize uygulamasını başlattı. Arkası çorap söküğü gibi geldi zaten.
Şimdi sıkı durun, Türk vatandaşlarına Kenan Evren’in vize talep ettiği doğru değil ama Süleyman Demirel Hükümeti, Almanya ile bu işin pazarlığını yapmış. Bunu öğrenmek için 1985 yılına kadar beklememiz gerekti. Dönemin Federal Almanya Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde katıldığı bir toplantıda Türk üyelerin 1957 Anlaşması’nı hatırlatması üzerine şu cevabı verdi: “Vize uygulaması tek taraflı yapılmadı, generaller Türkiye’de yönetimi devralmadan önce iktidarda olan Türk hükümetiyle birlikte yapıldı.”
Buradaki temel talihsizliği de yazmam lazım: Askeri darbeden dolayı Türkiye Mayıs 1981 ile Ocak 1984 tarihleri arasında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nden uzaklaştırılmıştı ve toplantılarda Ankara’nın hakkını savunma imkânı yoktu.
Türkiye adına Konsey’de görev yapan ANAP’lı Bülent Akarcalı ve İsmet Özarslan, her fırsatta konuyu açtılar ama sonuç alamadılar.
***
Adı neredeyse kutsal hale gelen Schengen, Lüksemburg’daki küçük bir kasabanın adı aslında.
1985 yılında o kasabada imzalanan anlaşmayla beş Avrupa ülkesi, Batı Almanya, Fransa, Hollanda Lüksemburg ve Belçika sınırlardaki polis ve gümrük kontrollerini kaldırma kararı aldılar.
Bugün AB’ye üye olmayan dört ülkenin de Schengen Bölgesi’ne dahil olduğunu düşünecek olursak, Avrupa’da dolaşabilmek için Schengen vizesinin neden çok önemli olduğu daha iyi anlaşılır.
Peki, vize meselesinde sözünü tutmayan kim, AB’nin istediklerini yapmadığı için Türkiye’ye örtülü bir vize ambargosu mu uygulanıyor?
***
Lafı dolandırmadan söyleyeyim, burada ahlak barometresini bozan taraf Avrupa.
1957’de imza koyduğumuz ve halen uyguladığımız bir anlaşma var.
Bu anlaşmanın tarafı Avrupa Birliği değil, bambaşka bir yapı olan ve bizim de tam üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi.
Dolayısıyla, Türkiye’ye vizeleri kaldırmak için şartlar koşulması uluslararası hukuka aykırı.
Bir diğer ayrımcılığı da yazmak gerek:
Avrupa Birliği bugüne kadar tam üyelik müzakerelerine başlayan her aday ülkeye vize muafiyeti getirdi.
Türkiye, Ekim 2005’te müzakerelere başladı ama her aday ülkeye tanınan bu hak Türkiye’ye tanınmadı.
Sonuçta bugün vize meselesini Türkiye’ye karşı silah olarak kullanan bir AB ile karşı karşıyayız.
Başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği’nin genç iş gücüne ihtiyacı var. Almanya, Kazakistan’dan hemşire, sağlık teknikeri topluyor, İspanya tarım ürünlerini Güney Amerika’dan gelenlerle toplayabiliyor, AB’den ayrıldığı için Romanya ve Bulgaristan’dan tarım-hayvancılık işçisi getiremeyen İngiltere şu an Kırgızistan’dan elemanlar alıyor.
İş gücünden geçtim, Avrupa’ya turist olarak gidip en fazla para harcayan milletlerden biri olarak seyahat vizesi bile alamıyorsak, ortada iyi niyet, müttefiklik değil, kötü niyet ve düşmanlık var demektir.
Erasmus öğrencileri okullarına gidemiyor, fuarlara mallar gidiyor, üreticiler gidemiyor. Avrupa rahat zira turizm gelirine ihtiyacı olan Türkiye bize vize koyamaz havasındalar.
Bu saatten sonra yapılması gereken şey, Türkiye’den para kazanan ortaklıklar kurmuş olan büyük Avrupa şirketlerinin kendi hükümetlerine baskı yapmaya başlaması.
Bu işi 1957’den doğan haklarla konuşmalı, yeni şartları kabul etmemeliyiz.
Haftanın fotoğrafı
Onlar başka bir dünyanın çocukları. Etrafı duvarlarla çevrili Gazze’de yaşıyorlar. Alışveriş merkezleri, alışveriş caddeleri yok. Ölüm ne kadar uzaktalar bilmiyorlar. Kaç yaşında evlendirilir, kaç yaşında anne olurlar onu da bilmiyorlar. Bildikleri, sadece anı yaşamak...
An’lar
Bakırköy, 1957: Baruthane plajında insanların deniz keyfi.
Moda, 1940’lar: Bacasından çıkan siyah dumanla bir zamanların şehir hatları vapuru Moda İskelesi’nde.
Ataköy, 1960’lar: İstanbul denize girilebilen bir şehir, Marmara rahatça yüzülebilen bir denizdi.