Türk siyasetini yakından izleyenler farkında olmalı:
Son birkaç yıldır
"Kemalist" olarak adlandırılan saflardan birbirine hiç benzemeyen görüşler yükseliyor. Denebilir ki
"Kemalizm" in tutucu bir yorumuna bağlı olanlar ile ona çağdaş bir yorum getirmeye çalışanlar arasında giderek belirginleşen bir ayrışma var.
Cumhuriyetimizin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk, büyük bir asker, büyük bir
devlet adamı, büyük bir reformcuydu. Fakat bir ideolog değildi. Dolayısıyla Atatürk'ün fikir ve uygulamalarından bir ideoloji üretmek mümkün olmamıştır. Kendisinin de bu konuda bir önemli uyarısı vardır:
"Ben manevi miras olarak hiç bir ayet, hiç bir dogma, hiç bir donmuş kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır."
Böyle olduğu için, denebilir ki Türkiye'nin çok partili düzene geçişten bu yana giderek farklılaşan siyasi akımlarının hemen hepsi ya Atatürk'ün kurduğu parti içinden çıkmış ya da Atatürk'ün modernleştirme projesinden kuvvetle esinlenmiştir.
Çok çeşitli yorumlarına rağmen, Mustafa Kemal'in fikri mirasının
"özü" nden söz etmek mümkündür. Bu "öz"ü de, çağdaş uygarlığı (yani Batı uygarlığını) yakalama hedefi ve bu hedefe ulaşmak için eleştirel aklın ve bilimin yolgöstericiliğine bağlılık olarak tanımlamak yanlış değildir.
Bu
"öz" nedeniyledir ki, kimi sözde yandaşlarının ve kimi muarızlarının "Kemalizm"i Türk etnik milliyetçiliği, katı laikçilik, ekonomide ve siyasette devletçilik, otoriter merkeziyetçilik, militarizm, askeri vesayet savunuculuğu, Batı düşmanlığı, vb. olarak tanımlama gayretleri, hayli ileriye götürülmüşse de başarılı olamamıştır.
Bu gayretler başarılı olsaydı Türkiye hiç bir zaman bugünkü, bütün eksik ve kusurlarına rağmen 50 yıllık bir demokrasi, giderek liberalleşen bir piyasa ekonomisi olamazdı. Mustafa Kemal'in kurduğu Türkiye, 1950'de cumhuriyeti demokrasiyle güçlendirdi; şimdilerde de demokrasisini en büyük eksiğinden kurtarma, onu insan hakları ve hukuk devletiyle pekiştirme arayışında.
Bu arayışın sözcülerinin Mustafa Kemal'in mirasının özüne sadık kalanların saflarından çıkması hiç raslantı değildir. Temel hak ve özgürlükler üzerindeki kısıtlamaların kalkmasını, Türkiye'nin insan haklarına dayalı gerçek bir hukuk devleti ve demokrasi olmasını savunan
Cumhurbaşkanı ve
Yargıtay Başkanı... "Cumhuriyet, insan haklarıyla güçlenmeli" diyen
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türk yargıcı... MGK'nun ABD'deki Milli Güvenlik Kurulu örneğinde yeniden örgütlenmesini savunan
üç yıldızlı general... Atatürk'ün
Karl Popper 'in "eleştirel rasyonalizm" dediği felsefeyi benimsediğini savunan ünlü doğa bilimci... Hatta
"dine saygılı laikliği" savunan
Başbakan... Bu kişilerin Kemalistliğinden kuşku duyulabilir mi? 1992'de yeniden açılışından bu yana birçok kurultayında Kürt kökenli yurttaşların dil ve kültür haklarının tanınması için kararlar alan
CHP 'nin Kemalistliği tartışılabilir mi?
Bu çağdaş yoruma isterseniz
"Neo - Kemalizm" de diyebilirsiniz. CHP'nin Türk siyasetinde yeniden hesaba katılacak bir güç olabilmesinin yolu bu çağdaş yorumun sözcülüğünü yapmaktır. Aksi takdirde, CHP'nin geleceği için iyimser olmak mümkün değil.
Yazara E-Posta:
salpay@milliyet.com.tr