Anayasa değişikliğiyle ilgili paket referanduma gidiyor. Pazar günü ilk kez detaylı olarak paketin içeriğiyle ilgili bir başlangıç yazısı yazdım. Aylardır yalnızca üst başlığa bakarak bolca tartışıldı, kavga edildi ancak içeriğin üzerinde ezbere laflar dışında pek de durulmadı. Ben bu paketi günlerce inceleyip, güvendiğim hukukçulara sordukça kapsamı ve ruhu üzerine daha detaylı bilgi sahibi oluyorum ve geneline hâkim olan tutarlı bir mantık görüyorum. Bu mantık hukuk üretimi yaklaşımını değiştirmeyi içeriyor. Hukuk yoluyla siyaseti tayin etmek, oradan toplumu dizayn etmek anlayışına karşı bir çaba hâkim paketin genelinde. Siyasete ve sosyolojiye alan açan, sistemin devamı için uzlaşmayı zorunlu kılan, sistem tıkanıklıkları için de sandığı işaret eden bir zihniyetin izleri var. Ben buradan daha demokratik bir Türkiye’ye gidilebileceğini, bürokratik vesayetin önemli oranda zayıflayacağını, yargı vesayetinin biteceğini düşünüyorum. Öte yandan, özgürlükler ve insan hakları konusunda yeni yasalara kesinlikle ihtiyaç var...
Gelelim pazar günü kaldığımız yere... Yani tartışmalı bazı maddelerin detaylarına...
550’nin 413’mü, 600’ün 400’ü mü?
Tartışmalı bir başlık cumhurbaşkanına yargı yolu konusu. Mevcut Anayasa’da 550 vekillik Meclis’in ¾’ünün oyuyla ve yalnızca vatana ihanetten Yüce Divan’a sevk edilebilen bir cumhurbaşkanı varken yapılan değişiklikle 301 vekilin teklifiyle 600 vekile çıkan Meclis’te 400 vekilin imzasısıyla her türlü suç iddiasıyla Yüce Divan’a sevk edilebilen bir cumhurbaşkanına geçiliyor. Bu mevcut durumdan daha ileridir. Cumhurbaşkanının hesap verme zorunluluğu artırılmaktadır.
Uzlaşamazsan nasıl anlatacaksın?
Cumhurbaşkanı bu pakette Meclis’e yalnızca bütçe teklifi verebiliyor. Meclis bu teklifi kabul etmezse geçici bütçe görüşülüyor. Şayet orada da bir anlaşma olmazsa cumhurbaşkanı bir önceki yılın bütçesini enflasyonla kaybolan değeriyle tamamlayarak geçiriyor. Bu, muhalif çevreler tarafından cumhurbaşkanlığı için büyük avantaj gibi sunulsa da seçilerek gelen ve ancak halk desteğini elinde tutarak güçlü kalabilen bir cumhurbaşka-nının arzu edeceği bir şey olamaz. Zira bütçeler siyasetçinin vaatlerini gerçekleştirmesi için her yıl ilave imkânlar getirir. Siz bir siyasetçi olarak geçen yılın bütçesiyle hareket etmek zorundaysanız tabanınıza vaatlerinizden geri durma gerekçenizi anlatmak durumundasınız. Bu, siyasetçi açısından risktir. Dolayısıyla, cumhurbaşkanı için akılcı olan Meclis’ten bütçeyi geçirmesidir.
Bürokrasi siyasetin bekçisi midir?
Paketin bence üzerinde özellikle durulması gereken maddelerinden biri de 8. madde. Bu maddede cumhurbaşkanının üst düzey atamaları da yapacağı, göreve getirme ve görevden almayla ilgili usullerin düzenleneceğini söylüyor. ‘Tek adam rejimi’ tartışmaları önemli oranda buradan doğuyor. Bu pakete karşı olanlar seçilmişlerin bürokrasiyi tayin etmesinin kötü sonuçlar doğuracağını söylüyorlar. Ben bu mantığın altında siyasete ve siyasetçiye güvensizlik olduğunu düşünüyorum. Bürokrasiyi siyasetin bekçisi gibi görme eğilimi maalesef bu günkü Anayasa’nın ruhunun temelidir ve vesayet sistemini besleyen temel faktördür. Türkiye’de ‘atanmış siyasetçi-seçilmiş siyasetçi’ kavgası var. Halbuki doğaları gereği bürokrat ve siyasetçi birbirleriyle rekabet edemez. Her şeyden önce bürokratın zaman avantajı var. Yeni paket bu kavgayı ortadan kaldırmayı hedefliyor. Evet, güç yoğunlaşması kaçınılmaz olarak olacaktır ama önemli olan bunun kuvvetler ayrılığı üzerinden olacağının garanti altına alınması. Yasama, yürütme, yargı kendi içinde güç yoğunlaşmasına giderse sorun yok, önemli olan bunun kuvvetler birliği üzerinden olmaması. Zira siz egemenlik savaşlarını ancak kuvvetler ayrılığı üzerinden güç yoğunlaşmasıyla bitirebilirsiniz.
Kısacası, demokratik siyasete alan açan, devletin sınırlanmasını hak ve özgürlükler bağlamında gören bir anlayışa ihtiyaç var. Ben özellikle ilk kısımla ilgili bu pakette kuvvetli bir vurgu olduğunu düşünüyorum. Ancak bir önceki yazıda da belirttiğim gibi bu değişikliğin tamamlanabilmesi için siyasi ve teknik uyum yasalarının da beraberinde gelmesi
çok önemli...