Ruhani İran’da cumhur-başkanı seçildiğinde dünyada çok büyük bir heyecan dalgası oluştu. Batı’dan izole, uluslararası sisteme kafa tutan, nükleer enerjisini elinde önemli bir koz olarak bulunduran ve geliştirmeye devam eden İran değişecek ve böylece bölgedeki hava farklılaşacak, tehdit ortadan kalkacak algısı yaratıldı. Şüphesiz ki Ruhani’nin seçimdeki başarısı İran halkının değişim isteğini göstermesi bakımından çok önemliydi ancak... İşler yukarıdaki beklentilere göre gitmedi. Gidemezdi... Zira İran, sandıktan çıkanın dış politika ve güvenlik gibi hayati konuları belirlediği bir ülke değil. İster Ruhani, ister Sait Celili ya da başka biri çıksın, sonuç fark etmez. İran’ın yürüteceği bölgesel politikaları, dünya ile kuracağı ilişkiyi Devrim Muhafızları, bugünkü durum üzerinden somut olarak söyleyecek olursak, Dış Operasyonlardan Sorumlu Devrim Muhafızı, Kudüs Kuvvetleri Komutanı Kasım Süleymani belirliyor.
Çok şükür ki Türkiye İran değil. Çok şükür ki seçilmiş iktidar bu ülkede dış politika ve güvenlik stratejilerini belirleme yetki ve gücüne sahip... Gerçi bu gücü yıpratmak için son dönemde çok ciddi bir saldırı olduğu açık. 7 Şubat’ta hükümetin terörle mücadele stratejisine yargı darbesi vurma girişimi ile başlayan süreç, uzun bir süredir aynı çevreler tarafından MİT’in hedef haline getirilme çabası ile devam ediyor. Bunun esas endişe verici boyutu Dışişleri’ndeki son derece stratejik bir toplantının kaydedilip, internette servis edilmesi ile ortaya çıktı.
Görüşme kırpılmış
Önceki gün üst düzey bir yetkiliden bu sızdırma ve o toplantının arka planı ile ilgili önemli ayrıntıları dinledim. O kayıtlar üzerinden çok dezenformasyon yapıldı. Belli ki bu dinlemeyi yapanlar, sızdıranlar ve kullananlar amaçları doğrultusunda büyük bir gürültü çıkarıp algı operasyonu yapmaya çalıştılar. Peki gerçek neydi? O toplantı neden yapıldı? Çıkan sonuç ne oldu? Hepsini sordum.
İşte anlatılanlar: ‘O toplantı Süleyman Şah Saygı karakolunun çevresinin 12 Mart akşamı IŞİD tarafından çevrelenmesinin ertesi günü yapıldı. Devletin 3 kurumu her zaman olduğu gibi bir araya geldi. Amaç 28 askerimizin bulunduğu karakola ve 4 sınır kapımızda tehlike oluşturan IŞİD’in tehdidine yönelik ne yapmak gerektiğini konuşmaktı. Bu bir prelud toplantıydı. 59 dakikalık görüşmeyi kesip biçip yaklaşık 13 dakikaya indirmişler. O toplantıdan sonra esas büyük toplantıya geçilecekti. Dış kaynaklı bir ulusal güvenlik tehdidinin nasıl bertaraf edilebileceği konuşuldu. Sonuçta dendi ki, o toprağa bir kurşun giderse oranın güvenliği sağlanacaktır. Savaş başlatmak vs söz konusu değil! Zaten savaş devlete karşı olur, burada devlet değil örgüt var. Yaratılmaya çalışılan algının aksine Hakan Fidan orada olası riskleri anlatmaya çalışıyordu. Türkiye o topraktan çekilmeye niyetli değil. Çekilmek el Kaide’ye karşı bir zafiyet olarak algılanır.’
Kendi sınırlarımız dışındaki tek toprak parçamız olan karakol, Suriye’de her gün katliamlar yapan IŞİD tarafından çevreleniyor. Bu tehdit üzerine devletin gerekli kurumları bir toplantı planlıyor, bunun öncesinde bir beyin fırtınası, bir ön toplantı yapılıyor. Amaç el Kaide tehdidine karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin doğru tepki koyması için strateji belirlemek. Bunu birileri kaydediyor, manipülasyon amaçlı montajlayıp servis ediyor ve ‘Türkiye Suriye’ye savaş açma niyetinde’ üst başlığı ile bir algı operasyonuna girişiliyor. Ne tuhaf ki işin esasında el Kaide tehdidine karşı bir çözüm üretilmeye çalışılan o toplantıyı bu şekilde servis edenler bir süredir de Türkiye’nin el Kaide’ye yardım ettiği algısını oluşturmayı amaçlıyorlar.
El Kaide ile mücadele
Süleyman Şah Karakolu’nda son durum ne? Konuştuğum yetkiliye göre el Kaide tehdidi halen devam ediyor. Yani bu kayıt oradaki 28 askerimizin canını hiçe saymaktı aynı zamanda. Çünkü bütün dünyaya dolayısıyla da IŞİD’e konuşulanları deşifre etmiş oldular. Üstelik Esad rejimi de bunu kullandı ve Türkiye’yi savaş açmak isteyen taraf olarak gösteren bir mektup yazdı BM Güvenlik Konseyi’ne...
Peki Türkiye’ye böyle bir zararı kim neden vermek ister? El Kaide tehdidine karşı strateji geliştirme toplantısı neden Suriye’ye savaş açma toplantısı gibi sunulmaya çalışılır? Ve esasında el Kaide’nin tehdidi altında olan Türkiye niçin el Kaide’ye destek oluyor gibi takdim edilir?
Bu soruların cevabı yazının başında gizli. Devletin içine çöreklenmiş paralel bir güç Türkiye’nin devrim muhafızları olmak istiyor! Hayallerindeki sistemde dış politika, güvenlik, terörle mücadele gibi alanlar kendi iktidar alanları. O nedenle sürekli o alanlardaki politikaları dinamitliyorlar. Yasadışı ilan etmeye çalışıyorlar. Yetkisizleştirmek istiyorlar. Sandıktan kim çıkarsa çıksın, onlar hep orada olacak. Türkiye’nin kaderini onlar belirleyecek. Halk ne derse desin, komuta bu muhafızlarda bulunacak... Eskiden generaller bu iddiadaydı. Onlar daha açık oynuyorlardı. Tanklarıyla, tüfekleriyle ortaya çıkıyorlardı. Bunlar ise çok daha sinsi, yöntemleri çok daha kapalı...
Bu amaçla Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet geleneğine bile saldırdılar. Askerlerin canlarını bile hiçe saydılar. Türkiye’yi dünyanın en tehlikeli terör örgütü ile bile yan yana getirdiler...