Hükümet kiminle ve nasıl kurulacak? Koalisyon mu yapılacak, yoksa erken seçime mi gidilecek? Seçimde Ak Parti’yi koalisyona düşürmenin verdiği heyecanla yapılan açıklamalar yavaş yavaş daha ayağı yere basan açıklamalara dönüştü. Muhalefet liderleri ve partilerinin ileri gelenlerinin konuşmalarına bakılacak olursa Ak Parti’yi dışarıda bırakan her türlü seçenek imkânsız gibi görünüyor.
Ben koalisyon ihtimallerinin hiçbirinin uzun vadeli olacağına inanmıyorum. Yaptığım görüşmelerden edindiğim izlenim Başbakan’ın koalisyon kurmak için içten gayret sarf edeceği yönünde. Cumhurbaşkanı da bir an önce hükümetin kurulmasının altını çiziyor ancak tabloya bakınca muhalefet partilerinin bu kadar kırmızı çizgileri varken nasıl bir araya gelinecek soruları havada kalıyor. Bu nedenle kasımda bir seçim olma ihtimalini yüksek görüyorum. Şayet Ak Parti sistemi tıkayan parti değil, önünü açmak isteyen parti olarak koalisyon çabalarından bir sonuç alamazsa oylarını da artıracaktır. Ancak tabii sonbahara kadar yaşanacaklar sonuçlar üzerinde çok etkili olacak...
2 olasılık üzerine
Erken seçim ihtimalini bir kenara koyacak olursak, ortada iki ihtimal var. Ak Parti ya CHP ya da MHP ile koalisyon yapabilir. (HDP seçeneği rafa kalkmış görünüyor, zira HDP’nin kampanyası ve genel duruşuna baktığımızda bundan başka bir şey de düşünülemezdi.)
Dün Ali Bayramoğlu Yeni Şafak’taki köşesinde bu ihtimalleri hatırlattıktan sonra Ak Parti içinde yaygın isteğin MHP ile koalisyon olduğunu yazmış ve bunun olası sonuçlarına değinmiş. Ben de Ak Parti’nin kayıpları üzerinden bir karşılaştırma yapmak istiyorum.
Ak Parti bu seçimde 2 seçmen grubundan oy kaybetmiş görünüyor: Biri ve en büyüğü Kürtler, diğeri ise Orta Anadolulu milliyetçi-muhafazakârlar. Seçim gecesi çıktığım yayınlarda da söyledim: Bunun esas sebebi çözüm süreci. Ancak sonucun böyle olması çözüm sürecinin olduğunu göstermiyor. Aksine! Tayyip Erdoğan siyasi hayatının en büyük riskini aldığını söylemişti, öyle de oldu. Ben bu kayba inat sürece devam edilmesinin Ak Parti’ye kazandıracağını düşünüyorum. Aksi halde hem kaybettiğiyle kalacak hem de MHP’nin çizgisine gelecek.
Ak Parti Kürt bölgesinde il il şu kadar kayıp yaşadı: Ağrı yüzde 28, Siirt yüzde 19.6, Bitlis yüzde 19.6, Batman yüzde 18.4, Diyarbakır yüzde 18.1, Bingöl yüzde 18.1, Elazığ yüzde 14.4, Şanlıurfa yüzde 17.3, Gaziantep yüzde 14.9. Bunlar Ak Parti’nin bölgede görece güçlü olduğu iller olduğu için, kayıplar Tunceli ya da Hakkari gibi zaten HDP’nin kalesi olan yerlere göre daha fazla.
Gelelim Orta Anadolu’daki kayıplarına. Ak Parti 2011’e oranla Ankara’da yüzde 8, Kayseri’de yüzde 13, Kırşehir’de yüzde 11, Yozgat’ta ve Kırıkkale’de ise yüzde 8 oranında oy kaybetmiş. Burada kaybedilen oyların önemli bir kısmı MHP’ye gitmiş görünüyor.
Kısacası, Ak Parti’nin önünde koalisyon olasılıkları açısından iki yol var: Ya MHP’ye kaptırdığı seçmen üzerine odaklanıp, çözüm sürecini rafa kaldırıp bir ortaklığa gitmek ya da süreçte inat edip adını kalıcı barış için altın harflerle yazdırmak.
HDP’nin izlediği yol, kullandığı yıkıcı ve negatif dil ve seçim sonuçlarını göz önüne alınca Ak Parti’nin çözüm süreci yolundan uzaklaşması daha olası görünüyor. Ancak böyle yapar ve MHP ile bir ortaklığa giderse bence büyük hata yapar. Zira o zaman çözüm sürecini rafa kaldırmış ve Kürtleri tamamen HDP’nin eline bırakmış olur. Üstelik hata yaptığını bir anlamda kabul etmiş olarak... Hem de böyle bir ortaklık adeta bir ‘Kürtleri dışlayan Türk Hükümeti’ gibi algılanacağından, Türkiye siyaseti ciddi bir yarılmaya gider.
Bu düşüşü durdurmanın yolu Ak Parti’nin hedeflerini unutması ya da değiştirmesinden değil, hatırlaması ve ısrar etmesinden geçiyor. Bence son dönemdeki bazı hatalı söylemler ve aday listelerindeki yanlış isimler partinin ruhuna tersti. Buradan çıkmak için bu yanlışları görmesi ve doğrularında ısrar etmesi gerekiyor.
Tarihi doğru yazmak
Son dönemdeki birtakım söylemlerine bakarak Kürt meselesiyle ilgili en somut ve en ileri adımları atan lider olan Tayyip Erdoğan’la ilgili çok yanlış bir izlenim doğuyor. Bu ülkedeki havanın değişmesinin baş mimarı Tayyip Erdoğan. Kürtçe konuşmanın dahi yasak olduğu, insanların çocuklarına Kürtçe isim dahi koyamadığı, Kürtçe albüm bile çıkarılamayan bir Türkiye’yi devralıp Kürtçe kanalların, gazetelerin yayınlandığı, Kürtçe propagandanın yapılabildiği, mahkemelerde Kürtçe savunmanın mümkün kılındığı bir ülke haline getirdi. Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses’i Diyarbakır’da birleştirdi, düne kadar düşman gibi bakılan Barzani ve Talabani ile iyi ilişkiler kurdu, Irak Kürdistan’ını adeta bir hinterland haline getirdi. Birkaç laf yüzünden tarihin yanlış yazılmasına izin vermemeliyiz!