Simon Tisdall geçtiğimiz aralık ayında The Guardian’da yazmıştı aslında. Mursi’li Mısır’ı analiz ettiği ‘Batı Mısır’da Mursi’nin gücü ele geçirme çabasına nasıl tepki vermeli?’ (How should the West react to Mohammed Mursi’s power grab in Egypt) adlı makalesinde demişti ki: ‘Son dönemdeki gelişmeler Batılı bir perspektiften bakınca ezeli korkuları canlandırıyor. İsrail’de hiçbir zaman yok olmayan korkular bunlar: Mursi tekin biri değil ve Müslüman Kardeşler’in Mısır’da İslami bir rejim kurmasını, daha sonra da bu rejimin bölgeye yayılmasını hedefliyor.’
Utanç verici ama dünyanın gözü önünde Mısır’da yaşanan katliamın dünya tarafından yalnızca izlenmesinin de özeti bu kritik cümle. Batı, İslami duyarlılığı olan bir hükümetin yönetmesinden korktuğu için ordunun halkı katletmesine müsaade ediyor, çünkü o halkın sandıktan çıkaracağının korktuğu sonuca götüreceğine inanıyor. Bunun Türkçesi şu: Batı Mısır’da darbecilerin demokrasiyi katletmesine göz yumuyor, daha doğrusu demokrasiyi katletmesini istiyor, çünkü İslam coğrafyalarında demokrasinin sonuçları Batı’nın hoşuna gitmiyor. Global değerler, evrensel insan hakları gibi sözler yalan. Batı evrensel değil, ‘Batılıya ve ona boyun eğene’ insan hakkı istiyor.
Bu mide bulandırıcı tabloya karşı, Batı’nın bir parçası olduğu halde sesini tek adam akılı yükselten ülke Türkiye, tek hükümet Ak Parti Hükümeti. Bu çok onurlu bir duruş... Benim göğsümü kabartıyor, ideallere olan inancımı pekiştiriyor...
Süt ateşi
Geçen hafta biraz ferahlamak, bizim miniklerle ilk tatilimizi yapmak ve İstanbul’dan uzaklaşmak için bir haftalığına Bodrum’a gittik. İlk başta her şey harikaydı... Kızlar açık havada uyuyup, birkaç gün içinde tosunlaşmaya başladılar, ben süt aralarını evde sıcakla boğuşarak değil, denizde yüzerek geçiriyorum, Rasim yazın hafifliğine kaptırmış kendini... Derken...
Çaylak anneler dikkat
Bir gece kendimi ateşler içinde sayıklarken buldum. Yazın cehennem sıcağında zangır zangır titriyorum. Ateş 41! Her yerim çekiçle dövülmüş sanki.. Etlerim dökülüyor...
Meğer süt ateşi diye bir şey varmış. Doktor ta en başta beni uyarmıştı ama kulak veren kim! Oysa süt sağmayı birkaç kez biraz geciktirirseniz yandınız.. O masum görünen süt başınıza öyle bir bela oluyor ki... Geçen hafta yazamamam bu yüzden. Kısacası, aranızda benim gibi çaylak anneler varsa aman dikkat! İki eliniz kanda bile olsa sütünüzü 3 saatte bir boşaltmaya bakın.. Yoksa bebeklerinizle cenneti yaşarken kendinizi bir anda cehennemde bulabiliyorsunuz...
Hakan Altınay’ın cevabı
Son yazımda Can Paker’in ‘Geriye Bakmak Yok’ adlı kitabından bahsetmiştim. O kitaptan yola çıkarak Açık Toplum Vakfı ile ilgili, kitapta geçen iddiaları dile getirmiştim. Benim de gözlemim, Türkiye’de demokratikleşme ve tabuları yıkma anlamında önemli çalışmalara imza atan kurumun askeri vesayetin yıkılması sürecinde sessizliğe büründüğü idi.
Açık Toplum’un notu
Bu yazı üzerine, yazıda adı geçen, o dönem kurumun yöneticiliğini yapan Hakan Altınay’dan bir email aldım. Cevap hakkı gereği o maili kısaltarak yayımlıyorum:
“Açık Toplum muhalefet partisi olmaya soyundu iddiasının gerçekle ilişkisi yok. Açık Toplum Vakıfları dünyada da, Türkiye’de de herhangi bir partiyle özdeşleşmemeye özen gösterir... Açık Toplum, basın özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, askerin sivil ve demokratik denetimi gibi kadim açık toplum ilkelerini hep savundu, bundan sonra da eminim savunacaktır...
‘İsrail’i de eleştiriyor’
‘Soros bir Yahudi, dolayısıyla İsrail çıkarları için çalışıyor olmalı, Türkiye’de Açık Toplum yöneticileri de ondan emir alıyor’ iddiası rezil bir iddia. (Bu iddia kitapta geçiyor)... George Soros, İsrail’in politikalarını en sert eleştiren kişilerden biridir... Ben kendi adıma Türkiye’nin Mavi Marmara sonrası İsrail’e en sert tepkiyi vermesini, talepkâr olmasını ve diğer normatif dış politika adımlarını destekledim. (8 Temmuz 2010, Radikal) En vahimi ise Türkiye’deki Açık Toplum Vakfı yöneticilerinin Soros’un talimatlarıyla hareket ettiği iddiasıdır. Can Paker bunu yaptıysa, Türkiye kamuoyuna bunu niye yaptığı konusunda bir açıklama borçludur...”
Hacı Bektaş’ın ruhuna ihanet
Hacı Bektaş denince çocukluğumun yazları gelir aklıma. Babamların işlettiği maden İç Anadolu’nun göbeğinde, biri Alevi, biri Sünni köyü olan iki köy arasında, Hacı Bektaş’a yarım saat mesafedeydi. Babacığım bizi her hafta gezmeye Hacı Bektaş’a götürürdü. O beldenin renkli havasını, turistlere gösterilen güler yüzü, havada asılı duran ‘olduğu gibi kabul etme’ atmosferini çocuk aklımla çok iyi hatırlıyorum.
Bekir Bozdağ’a yapılanlar hiçbir yere yakışmaz. Ama özellikle Hacı Bektaş’a hiç yakışmadı. Olmadı. Canımız sıkılınca ferahlamak için gittiğimiz yer can sıkan bir yer oldu... Çocukluğumun bir parçası ihanete uğradı... Kirlendi...
Ferahlama tavsiyesi
Yazın pek sinemaya gidilmez.
O yüzden de pek iyi yapım gelmez. Halbuki bu sıcaklarda buz gibi bir salonda iyi bir film izlemenin keyfi bambaşkadır. Ben size yaz rehaveti yüzünden gözlerden kaçmış bir film tavsiye ediyorum: Elysium. Matt Damon ve Jodie Foster’ın başrolde oynadığı, Neill Blomkamp’ın yönettiği, müthiş yaratıcı, düşündürücü ve sürükleyici bir bilim kurgu Elysium. Muhakkak görün...