Bariyerler, bariyerleri yıkmaya çalışanlar, sökülen kaldırım taşları, sıkılan biber gazları, saldırı aletleri, tazyikli su, kavga, kargaşa... 1 Mayıs görüntüleri adeta arkasındaki ‘bayram’ kelimesini utandırmak istercesine şiddet, sıkıntı, karanlık ve kavga görüntüleriyle geçti gitti İstanbul’da.
Böyle mi olmalıydı? Başka türlü fotoğraflar kalamaz mıydı 2015 1 Mayıs’ından geriye? Herhalde kalabilirdi. Taksim yasağı olmasa bunca provokatör yine olurdu ancak belki vandallıklarına zemin olacak bu kadar basınç bulamazlardı. Ben Taksim yasağını ve bu yasak uğruna toplu taşımaların iptalini, İstanbul’un adeta durma noktasına gelmesini olası bir elektrik kaçağını önlemek için bütün bir binanın şalterlerini indirmeye benzetiyorum. Bütün hayatı bir gün boyunca durdurmayı adil bulmuyorum. Hem İstanbullular hem de her seferinde birkaç günlüğüne İstanbul’a gelip, Taksim civarına yerleşen turistler geliyor aklıma, onlar adına çok üzülüyorum.
Ak Parti Taksim ısrarını anlamayabilir ama belli ki 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenler esasen bunu Taksim’de yapmak istiyor. Ve Gezi olayları kimyamızı bozana kadar bunun yolunu açan da Ak Parti’nin ta kendisiydi. Keşke bu sene yeniden o cesaret gösterilseydi... Zira seçim beyannamesinde ve Türkiye sözleşmesinde en sık tekrarladığı kavramın ‘insan onuru’ olduğu bir partiye bence bu yakışırdı. Çizdiği Türkiye perspektifine de öyle...
Bu vandallığa bir çift lafınız yok mu?
Yasağa yanlış demek yasağın arkasına saklanmaya çalışan şiddet ve provokasyonu aklayamaz. Sokakları ateşe verenler, kaldırım taşlarını sökenler, birbirini yumruklayanların derdi kutlama yapmak filan değildi. Sokakları karıştırmak için evlerinden çıktılar. Beşiktaş’ta doktora gitmeye çalışan bir arkadaşım anlatıyor, ellerinde baltalarla koşan eşkıyalar varmış. Bunların derdinin işçi hakları olduğu masalını bana kimse yutturamaz. Korkunç bir şiddet üretme mekanizması vardı ortada.
İşin maalesef artık tuhaf olmayan kısmı bu vandallarla CHP ve HDP’li vekilerin adeta iç içe geçmesiydi. Özellikle CHP’li Aykut Erdoğdu beni çok rahatsız etti. Apaçık bir şov yaptı Erdoğdu. Kameraların önünde polis aracını yumruklayarak kırdı, ortalığı ateşe vermek isteyenlere ‘halkım’ dedi ve polis otobüsüne girmeye çalıştı. Yaptığı tam bir provokasyondu. Polisin otobüste tacizde bulunduğunu iddia etti. İnsanları adeta polise saldırmaya teşvik etti. Polis illegal diye bağırarak bir süre bu tiyatroya devam etti. Gösteri ve protesto hakkını çok aşan, açıkça sokağı terörize edenlere böylesine destek çıkması ve tahrik etmesi CHP açısından utanç vericiydi. Yine CHP’li Mahmut Tanal da benzer bir tutum içindeydi.
CHP epey bir süredir devletle çatışan bir parti gibi görünüyor. Böyle bir görüntü HDP tabanını fazla rahatsız etmeyebilir ama CHP’nin tabanı bence bu konudaki en hassas taban. Sokakları ateşe vermek isteyen vandallara ‘halkım’ diyen vekillere muhakkak bir cevabı olacaktır. Korkarım bu tavrında ısrarcı olursa CHP’nin oyları bir miktar daha eriyecektir.
‘CHP değişmeli’ klişesi
Bütün bunlar CHP’nin değişme çabasından kaynaklanıyor. Aykut Erdoğdu gibi isimlerin partide olması da, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ortak aday olarak çıkması da bu çabanın ürünü. Peki, CHP hakikaten değişmeli mi?
Demokrasilerde her partinin illa iktidara gelme iddiası taşıması gerekmez. CHP ne yaparsa yapsın bu denklemde tek başına iktidara gelemez. Onun yerine kendi kimliğine sahip çıksa, kendine taban tabana zıt isimler yerine CHP çizgisine sahip çıkan isimlerle yoluna devam etse kimlikli, kişilikli bir parti olur en azından. Partinin bu değişim çabası bir yandan Aykut Erdoğdu gibi DHKP-C’ye terör örgütü diyemeyen ve devlete meydan okuyan isimlere yer vermesine, diğer yandan ise muhafazakâr tabana sesleneyim derken kendi tabanına yabancılaşmasına neden oluyor.
Ben adeta ezberlenmiş bir şekilde yıllardır söylenen ‘CHP değişmeli’ lafının CHP’nin üzerinde büyük bir baskı oluşturduğu ve partiye zarar verdiği kanısındayım. Bu laf doğal değişim ve dönüşüm yerine itekleme birtakım çabalara neden oluyor.