Kopan gürültüye, yasanın içeriğine ve ortaya çıkan manzaraya bakıyorum ve şu soruyu sormadan edemiyorum kendi kendime: Ne gerek vardı? Alkol tüketimi ile ilgili birtakım düzenlemeler yapılabilir tabii, nitekim bu pakette de 18 yaşından küçüklere satılamayacağı ya da şişelerin üzerine uyarıcı işaretler konacağı yönünde doğru maddeler var ama yasanın birçok maddesi sıkıntılı. Sadece turizm belgeli işletmelere ibadet ve eğitim kurumlarına 100 m uzaklık şartı getirilmemesi mesela. Bu 100 metre meselesi zaten hayli sorunlu bir de ‘turiste var, size yok’ mantığı kendi vatandaşının tercihi üzerinde hak iddia etmek anlamına geliyor. İçki firmalarının sponsorluklarının kalkması ve gece 10’dan sonra satış yasağı da haklı olarak eleştiri konusu. Zaten bu nasıl uygulanacak hiç anlamadım. Bizim evin altında gece ikiye kadar açık bir market var mesela. Orada içki satışını 10’dan sonra nasıl denetleyecek? Yoksa marketi mi kapatacak?
Ben bu önlemlerin gündelik, popülist ve gelip geçici olduğunu düşünüyorum. Yasakçılıkla Türkiye’nin sekülerleşme süreci durdurulamaz. Geçen hafta Sabah Gazetesi’ne verdiğim röportajda da söylediğim gibi ‘Çok hızlı bir sekülerleşme var bu ülkede. Ben de seküler bir insanım ama bu kadar hız bana da şaşırtıcı geliyor. İslami kesim akın akın sekülerleşiyor. Dindarlar kendi referanslarıyla laikleşiyor. Cin şişeden çıkmış durumda. Gündelik ayrıntılara değil, uzaktan resme bakmak lazım. 50 yıl sonra yüzde 90’ı seküler yaşayan bir ülke olacak burası ama laik kesimin çoğunluğu da Kemalist olmayacak... Laiklik kaygıları boş ama demokratik hukuk devleti kaygıları önemli.’
KCK, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül
KCK soruşturması sürecinde yaşanan çok tuhaf ve korkutucu bir olayı geçen hafta CNN Türk’te anlattım. İki değerli entelektüel Ferhat Kentel ve Mesut Yeğen hiçbir suçları yokken sadece BDP’nin bir konferansına davetli oldukları için tutuklanmanın eşiğinden döndüler. Hikaye şu:
Ersanlı ve Zarakolu’nun tutuklanmasından sonra Ferhat Kentel’e devlette çalışan bir yakını KCK soruşturmasında isminin geçtiğini söyler. Kentel bu durumu Ali Bayramoğlu’na anlatır. Bayramoğlu böyle bir çılgınlığa ihtimal vermez ama yine de Mustafa Karaalioğlu’na da iletir Kentel’in duyumunu. Karaalioğlu da buna ihtimal vermez ama yine de meşhur bir polis şefine anlatır durumu. Anlatınca da karşı tarafın söyledikleri karşısında şaşırıp kalır. O polis şefi Kentel ve Yeğen’in KCK’nın teorik elebaşlarından olduğunu söyler. BDP ile her temasa geçene KCK’lı diye bakan bir zihniyet vardır ortada...
Bunun üzerine Karaalioğlu ve Bayramoğlu telaşlanır ve konuyu en üst düzey yetkili makamlara iletirler. Bu durumdan hem Başbakan Tayyip Erdoğan hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül çok rahatsız olur ve böyle bir hukuksuzluk karşısında inisiyatif kullanır. Böylece bu saçmalık mahkeme aşamasına intikal etmeden durdurulur.
Maalesef yukarıdaki hikaye bir Türkiye hikayesi... Ülkemiz hala gerçek bir demokratik hukuk devleti değil. 10-15 sene önce çok daha kötü haldeydi ama şimdi de sıkıntılar devam ediyor. Yeni bir liberal demokratik siyasal rejim kurmak, bürokrasi ve yargıyı yeniden yapılandırmak zorundayız...
KCK ve medya
PKK’ya bağlı KCK’nın geçmişte Güneydoğu’da devlete paralel bir yapılanma kurduğuna ve şehirlerde terör estirdiğine kuşku yok. Dolayısıyla KCK soruşturması özü itibariyle doğruydu. Serap Eser’i otobüste molotof kokteyli ile katleden de, Ayten Bal’ı Etiler’in ortasında bombayla parçalayan da KCK militanlarıydı. Elbette bu katiller yargılanacak ve ceza alacak.
Öte yandan bu soruşturma zaman içinde maalesef içinden çıkılmaz bir hal aldı. BDP’nin herhangi bir il teşkilatının kapısından geçen herkes KCK’lı sayılmaya ve tutuklanmaya başlandı. KCK iddianameleri haklı suçlamaların yanında akıllara durgunluk veren saçma ithamlarla bezendi. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu’nun içeri alınması bardağı taşıran son damla oldu. Bu iki tutuklama da tamamen hukuksuzdu. Tıpkı Oda TV davasındaki Nedim Şener ve Ahmet Şık tutuklamaları gibi...
Bu noktada o güne kadar beraber hareket eden medya güçleri ikiye bölündü.
Sabah, Star ve Yeni Şafak, Ersanlı ve Zarakolu’nun yanında yer aldı, tahliye edilmelerini savundu. Zaman, Bugün ve Akit ise bu tutuklamaları haklı gösteren yayınlar yaptı. Bu ayrışma aslında devletteki çatlağı da sembolize ediyordu... O çatlak hala sürüyor...
Say ve Nişanyan
Daha yalnızca birkaç hafta önce Fazıl Say mahkum olduğunda yer gök inlememiş miydi? Twitter’da kampanyalar, Avrupa’ya kadar giden müthiş bir sahip çıkma yarışı... İyi güzel de şimdi Sevan Nişanyan aynı gerekçeyle üstelik çok daha ağır cezalandırıldığında neden ortalık sus pus? Yoksa Say’a sahip çıkanlar Nişanyan kendileri ile aynı ideolojiye sahip olmadığı için mi?
Maalesef bu ülkede demokratik standartlar diye bir şey yok! Hemen her kesim çifte standart sahibi ve ikiyüzlü. Nişanyan ateist olduğu kadar aynı zamanda azılı bir anti-Kemalist ve anti-sosyalist olduğu için onu umursayan, hakkındaki kararı bir ‘fikir özgürlüğü meselesi’ haline getiren yok. Hatta aksine birçokları da mutlu oluyorlar. Neden mi? Çünkü Nişanyan dindarların kutsallarına nasıl cepheden saldırıyorsa aynı şekilde Kemalistlerin ve solcuların da kutsallarına bodoslama dalan radikal bir liberter olduğu için. Bizim solcuların çoğunluğunun Nişanyan’ın hapse girmesine karşı tavır almaması bu yüzden...
Bravo Aziz Kocaoğlu
CHP’li İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’na barış ve kardeşlik adına bravo! CHP’nin sahip olduğu kamu makamlarının en büyüğü İzmir Büyükşehir Belediyesi. Ve Aziz Kocaoğlu bu büyük makamı hak eden büyüklükte bir siyaset adamı olduğunu kanıtladı Diyarbakır’a gidip barış mesajları vererek. Risk aldı, CHP tribünlerine oynamadı. Bilakis o tribünleri kanın durması için çalışmaya, barışa ve çözüme yönlendirdi. Partisindeki ulusalcı kan tüccarlarına taviz vermedi...
Diyarbakır’a Kocaoğlu’nun organizasyonuyla giden İzmir heyeti gurur verici. Kocaoğlu’nun gerçek bir sosyal demokrat lidere yakışan tavrı da öyle. Tarih bu zor dönemeçte gösterdiği onurlu ve vicdanlı duruşu yazacaktır...