Ülke iyice iç sıkıcı bir hale geldi. Toptancı, maksimalist yaklaşımlar zaten pek de alışkanlığımız olmayan konuşma eylemini tamamen zorlaştırmaya başladı. Her tarafta bir holiganizm... Feci bir battaniye gibi boğuyor insanı. Devletin içinde açık bir savaş var. Buna şüphe yok. Yasa dışı ses kayıtları sabah sporumuz olmuş. Cumhurbaşkanından başbakana ve bakanlara kadar herkesin konuşmaları artık kes-yapıştır mı, değil mi, yoksa tamamen kurgu mu bilmiyoruz ama şantaj amaçlı istiflenmiş. Böyle müthiş organize bir çeteyle her hukuk devletinde hesaplaşmak gerekir. Şayet bu yapının şantaj listesinde değilseniz ya da yapının parçası değilseniz böyle bir ‘devlet içinde devlet olma’ haline ses çıkarmamak mümkün mü?
Değil ama laik kesim bunu yapıyor... Esasen bu krizde eli en güçlü olan bu kesimdi. İki tarafa da hukuku hatırlatıp devletin çeteden temizlenme sürecinin hakemi olabilirdi. Böylece yeniden aktörleşebilirdi. Ama olmadı. Tayyip Erdoğan nefreti laiklerin gözlerini çetenin faaliyetlerine kör etti. Duygular mantığın önüne geçti ve iktidarı yıpratmak için ortalığa saçılan yasadışı kayıtlar bu kesimin can simidi oldu.
Tabii böyle olmasında Başbakan’ın tavırlarının önemli bir payı var. Tayyip Erdoğan şayet laik kesime bu kadar sert ve uzak bir dil kullanmasa, onları düşmanlaştırmasa... Hele Gezi süreci ile 17 Aralık’ı aynı potada birleştirmeye çalışmasa... Farklı olabilirdi. Zira Gezi’ye sonuna kadar sahip çıkan bu kesim, Başbakan’ın Gezi ve 17 Aralık sürecini birleştirdiğini görünce otomatik olarak bu söylemin karşısına geçti ve 17 Aralık’ı da sahiplenmeye başladı.
Peki Başbakan neden böyle yaptı? Siyasi bir deha olan Tayyip Erdoğan niçin laikleri tamamen karşı kampa itti ve onların devletin içindeki çete tarafından kullanılmasına izin verdi? Ben bunun tamamen bilinçli bir seçim, bir strateji olduğunu düşünüyorum. Maalesef Türkiye’de şu an siyasi partiler değil, muhafazakar bir parti ile dini olduğunu iddia eden ama devletin içinde çeteleşmiş bir cemaat yarışıyor. Yani muhafazakar taban üzerinden bir yarış var. Başbakan da bu tabanda safları sıklaştırmak için laik kesimi cemaatin potasına itiyor. Muhafazakar tabandan kopmaları engellemek için cemaat ve laik tabanı aynı potada birleştiriyor. Açıkçası CHP’nin bu işten medet umarak cemaate yanaşması da ekmeğine yağ sürüyor. Bu yanaşmayı vurgulaması iki açıdan işine yarıyor Başbakan’ın: Hem böylece muhafazakar tabanı kendi etrafında kenetliyor hem de cemaat ve CHP’nin yakınlaşmasını vurgulayarak laik tabanın CHP’den soğumasını sağlıyor. Çünkü bu taban Başbakan’dan nefret ettiği gibi esasen Fethullah Gülen’den de nefret ediyor.
Bütün bunlar siyaseten sonuç getirir. Zaten hem benim 17 Aralık’tan sonra gittiğim her toplantıda gördüğüm hava, hem de anketler bunu gösteriyor. Ancak her şey rakamlardan ibaret değil. Ülkenin havası, artan kutuplaşma ve kavga ortamı Türkiye’yi yaşanması zor bir ülke haline getiriyor. O nedenle ben seçimlerden sonra Başbakan’ın yeniden bir birleştirme arayışına girmesinin şart olduğunu düşünüyorum. Laik kesimin nefretini azaltmak için adım atmalı. Geçen yazıda da belirttiğim gibi bununla ilgili bir çalışma var. Bir laik açılımı yapılacak. Yapılmalı da, zira hayat bu kadar çok kavga için çok kısa... Şayet atv’de Başbakan’ın karşısına oturan gazetecilerden biri olsaydım ona Mustafa ve Ali Koç ile buluşmasının laik ya da Beyaz Türk açılımının ilk adımı olup olmadığını sorardım...
İlker Başbuğ
İlker Başbuğ çok doğru bir kararla nihayet tahliye edildi. Onun tahliye edilmesi gerektiğini uzun zamandır söyleyenlerdenim. Maalesef darbeleri ve darbecileri yargılaması gereken mahkemeler cemaatin düşmanlaştırdıklarını avlamaya giriştiler. Başbuğ da bunun kurbanı oldu. Onun tahliyesi ile birlikte artık bu ‘avlamayı’ kimlerin nasıl yaptıklarına dair bir sorgulama ve hesap sorma süreci başlamalı...
Turhan Çömez’in bir mizah figürü olarak yeniden doğuşu
Ergenekon ve Balyoz davalarını bir cadı avına dönüştürenlerden hesap sorulmalı da bu havayı fırsat bilip topyekün Ergenekon sanıklarını ve derin devleti aklama çabalarını sineye mi çekeceğiz? Yoksa bu beyhude çabaya gülüp geçecek miyiz? Ben ikincisini yaptım ve Uğur Dündar’ın Turhan Çömez’le ilgili yazdığı güzellemeyi pardon yaptığı röportajı okurken kahkahalarla güldüm. Yok İngiltere’ye dil öğrenmek için 6 aylığına gitmiş. Ülkesinden kaçmamış. Londra’da ancak karyolasının sığabileceği bir odaya yerleşmiş. Fakirlikten evden sandviç getirip yemiş... Aman yarabbim, eski Türk filmlerinin senaryoları halt etmiş!
Benim aklımda başka şeyler kalmış nedense. Başbakan’ın en yakınındayken onu devirmek isteyen komutanlara casusluk yapması, ismi mafya babaları ve devletin derin isimleriyle geçen gazeteciyle son derece tuhaf yakınlığı (ki buna ben şahidim), tutuklanmasına ramak kala büyük bir tesadüfle(!) yurtdışına çıkışı... Halbuki amacı evini, çocuğunu, karısını, işini bırakarak karyolasının sığacağı bir odada dil öğrenmekmiş... Ne İngilizce aşkı be arkadaş! Şimdi de zamanın ruhu ‘yolsuzluk’ diyor diye yolsuzluk savaşçısı olmuş! Çömez’de bu zikzak kabiliyeti oldukça, Ergenekon sanığı eski AKP’li vekilin ismi yakında CHP için milletvekili adayları arasında geçerse şaşırmayın...