Salı günü açıklanan milletvekili aday listeleri üzerinde epey konuşuldu. Ben Ak Parti’nin kucaklayıcı bir liste yaptığını, bir yandan MHP kökenli Vedat Bilgin ya da Hüseyin Yayman gibi değerli isimleri, diğer yandan sol kökenli Ozan Ceyhun ya da Muhsin Kızılkaya gibi isimleri, kendi içinden çıkan genç kuşak parlak kadroyu, birçok başörtülü kadını ‘biz’in altını dolduracak şekilde listelere koyduğunu düşünüyorum. Markar Esayan’ın Meclis’te olmasının ve MHP hariç diğer partilerin de Ak Parti’nin açtığı yoldan Ermeni aday göstermelerinin Türkiye’deki olumlu değişimi göstermek açısından çok olumlu olduğuna inanıyorum.
Tek eksik Aleviler
Ak Parti’nin listesinde ‘biz’ duygusunu eksik bırakan tek unsur Aleviler. Maalesef Alevi kimliğiyle öne çıkan isimler listelerde yok. Ve Alevi meselesi hâlâ Ak Parti’nin önünde en büyük sınav olarak duruyor.
Türkiyelileşme değil, Türk soluna açılma
HDP bence kadınların varlığı konusunda en iyi sınavı veren parti. Hem eşbaşkanlık mekanizması hem de kotalar sayesinde kadının en görünür ve güçlü olduğu parti. Listeler de bunu gösteriyor. Ancak kendi bölgesi dışında HDP ‘Türkiye partisi’ olma iddiasını esasen Türk soluna açılma politikası olarak yorumlamış. Bu onlara ne kadar başarı getirir? Bence çok küçük... Bir de Hatip Dicle’nin listelerde yer almaması bir kayıptır. Özellikle 6-7 Ekim olaylarından sonra yumuşak güç olarak devreye giren Dicle bu dönem Meclis’te çok faydalı olurdu.
Yeniçeri MİT TIR’ları yüzünden mi yok?
MHP’nin 2 sürprizi var. İlki ve en büyüğü Ekmeleddin İhsanoğlu. İhsanoğlu’nun CHP’den aday olması çok daha büyük sürpriz olurdu ancak cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki yenilginin ardından siyaset iddiasının MHP’de sürdürmek istemesi CHP açısından ikinci bir hezimet. Peki ama cumhurbaşkanlığı için yarışmış olan Ekmel Bey MHP’de neyi hedefliyor?
MHP’nin ikinci sürprizi ise aday gösterilmeyen Özcan Yeniçeri. Zira Yeniçeri MHP’nin en çok konuşan ve ön planda olan seslerinden biriydi. Bu kararın MİT TIR’ları ile ilgili paralel yapıya net bir tavır sergileyen çıkışıyla bir ilgisi var mı acaba?
CHP sandığının kesin galibi Kılıçdaroğlu
Gelelim CHP’ye... Bence en ilginç liste CHP’de. Zira CHP listelerin bir kısmını ön seçim ile bir kısmını ise kontenjan adaylarla doldurdu. Ancak şunu görüyoruz: Bundan bir yıl öncesine kadar Kılıçdaroğlu kendi partisine hakim olamayan bir lider olarak tanımlanırken, CHP’yi istediği yöne götürecek güce sahip olmamakla eleştirilirken Kemal Bey geçen süre içinde sessiz ve derinden ilerledi ve partisinde mutlak iktidara sahip oldu. Önce ulusalcı sesleri teker teker partiden kopardı. Emine Ülker Tarhan, Birgün Ayman Güler, Dilek Akagün Yılmaz, Süheyl Batum ve son olarak da Nur Serter, Güldal Mumcu gibi isimler liste dışı kalarak partiden çekildiler. Muharrem İnce iddiasını kaybetti. Sarıgül’ü İstanbul Belediye başkan adayı yaparak gücünü önemli ölçüde kırdı, şimdi de teşkilatların yapısını da bilerek önseçimle 9. sıraya yerleştirdi. İçeride bunlar olurken CHP’yi kamuoyunun önünde zor duruma düşüren sesleri de eledi Kılıçdaroğlu. Bunların başında Umut Oran geliyor. Cemaatle ilişkisi çok konuşulan ve bu yapının polis bağlantılı isimleri ile telefon mesajları tartışılan Oran çizik yedi. Öte yandan, Kılıçdaroğlu’nun çok yakını olan ve keskin çıkışlar yapan Hüseyin Aygün ve Esad’ı öven Faruk Loğoğlu da öyle.
Kısacası, CHP listeleri Kılıçdaroğlu’nun en azından 2019’a kadar CHP liderliğini garantilediğini gösteriyor. CHP’nin içindeki sandığın tartışmasız galibi o. Ancak iş halkın önüne konacak sandığa gelince durum öyle değil. Yani CHP’nin iç sandığı tamam da... Bir de sıra halkın sandığına gelse...
Bu mudur adaletin dünya?
Dün Mısır’da aralarında Muhammed Bedii’nin de bulunduğu 13 İhvan üyesine darbe mahkemesi tarafından idam cezası verildiğini duyunca 2007 yılında Kahire’de İhvan’ın önemli isimlerinden Muhammed Mehdi Akif ile yaptığım röportaj geldi aklıma. O röportajda Akif, Mübarek rejiminin zulümlerini anlatmış, 10 yılda 15 bin kişinin hapse atıldığını hatırlatmış, ‘Biz hürriyet ve insana hürmet istiyoruz’ demişti. Rejimin baskısı ortadan kalksa iktidara geleceklerinden emindi.
Nitekim öyle de oldu... Ancak ne acı ki büyük bir halk devriminin ardından gelinen nokta 2007 yılının dahi çok gerisinde. Dünya, halk ayaklanmasıyla devrilen bir diktatörün ardından seçimle işbaşına gelmiş bir hükümetin devrilmesini, onun destekçilerinin tanklarla ezilmesini seyretti. Şimdi de idamları seyretmeye hazırlanıyor.
Mısır’da Mübarek’e karşı ayaklanmalar başladığında 3 Şubat 2011’de AKŞAM’da şu yazıyı yazmıştım: ‘...Gösteriler devam ederken namaz vakti geldi ve Tahrir Meydanı’nda bir anda binlerce kişi aynı anda namaz kılmaya başladı.... Bu kitle demokrasi mücadelesi veriyor ve bunu kimsenin burnu kanamdan yapıyor... Bu gün gelinen noktada Mısır’ın kan gölüne dönmeden demokratik bir sisteme geçiş yapabilmesi için vazgeçilmez olan Müslüman Kardeşler... Hüsnü Mübarek’in de asıl korkusu bu. Protestolar devam ederse seçim talebinin önüne geçilemeyecek ve sandıktan Müslüman Kardeşler iktidar olarak çıkacak. Bu senaryo ABD başta olmak üzere Batı’nın da gözünü korkutuyor. O nedenle ABD mecburen özgür seçimlere destek veriyor gibi görünse de Mübarek’in liderliğini Baradey’e devretmesini bekliyor...’
2011’de yazdığım bu satırlar adım adım gerçekleşti. Müslüman Kardeşler iktidara geldiler ve Batı’nın desteklediği ordu tarafından indirilip mahkum edildiler. İktidarda kaldıkları kısa süre içinde attıkları her adım doğru muydu? Hayır! Birçok yanlış yaptılar, ancak bu yanlışların bedelini sandıkta ödemeleri beklenirken tanklarla, silahlarla ezildiler. Tıpkı 27 Mayıs’ta Demokrat Parti’nin tanklarla ezildiği gibi. Şimdi de Yassıada’nın o utanç mahkemesi gibi bir mahkeme tarafından idama mahkum ediliyorlar.
Bu mudur adalet? Adaletten dünyanın anladığı anca kendine benzeyene dokununca atılan çığlıksa, ne anladım ben o adaletten?