Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ben “dış politika” kökenli bir gazeteciyim. Senelerce bu alanda muhabirlik yaptığım için büyükelçileri ve diplomatları iyi tanırım. Geçenlerde önemli bir ülkenin diplomatı olarak İstanbul’da görev yapan bir arkadaşımla son olayları konuşuyorduk. Birçok konuda AK Parti’yi desteklememe rağmen bu konudaki talepleri haklı bulduğumu, Topçu Kışlası’na benim de karşı olduğumu, oranın Taksim Meydanı’yla aynı seviyeye getirilmiş düzayak bir büyük park olması gerektiğini söyledim. Diplomat arkadaşım “Bu çevreci görüşlere destek vermen çok önemli. Kanal İstanbul ve Üçüncü Havalimanı projeleri de çevreye büyük zararlar verecek, hükümet bunlardan da vazgeçmeli, yoksa yine büyük protestolar olur” dedi.
‘Allah allah’ dedim içimden. Ürktüm de biraz. Zira bu arkadaş Thatcher ve Reagan hayranı olan sağ görüşlü bir diplomattır. Kendi ülkesindeki çevreciler ve solculardan hoşlanmaz. Oysa burada özellikle “Kanal İstanbul ve Üçüncü Havalimanı” konusunda birden “çevreci ve solcu” hale gelmiş... Üstelik o projelerle ilgili “büyük protestolar” olacağını nerden çıkartıyor? Ben biraz da sert tonla bunları sorunca “Tahmin ediyorum, baksana Taksim Platformu da Kanal İstanbul ve yeni havalimanını istemiyor” dedi. Ancak kendini sağcı olarak tanımlarken, buradaki “solcu ve çevreci” tezleri niye desteklediği noktasındaki çelişkiyi açıklayamadı...
Ben de o zaman “Kanal İstanbul ile bizi kilitleyen Montrö Sözleşmesi fiilen ortadan kalkacak. Üçüncü havalimanı ile de İstanbul Avrupa’nın hub noktası olacak, Frankfurt ve Londra’yı geçecek. Sorun bu mu? Sonra, niye üçüncü köprüye değil de diğer iki projeye özellikle karşısınız? Tuhaf değil mi?” diye sordum. Bunlara hiç cevap veremeden telaşlanarak yine çalışıp ezberlediği “solcu ve çevreci” tezleri sıralamaya başladı bu Thatcher hayranı diplomat arkadaş.
Bu arada şu notu düşeyim: Bir liberal-demokrat olarak hayatı komplo teorileriyle ve “dış mihrakların oyunu” gibi laflarla açıklamaya çalışan totaliter kafa yapısından hiç haz etmem. Fakat ünlü uluslararası ilişkiler teorisyeni Tarbjon Knutsen’in “Büyük devletlerin Türkiye politikası kurudukça sulanan, uzadıkça budanan bir politikadır” sözünün gerçekliğini de iyi bilirim. Yukarıda bahsettiğim diplomatla sohbetim bana bu gerçeği bir daha hatırlattı...
Bazı büyük devletlerin ve şirketlerin kendi çıkarları gereği Kanal İstanbul ve üçüncü havalimanı projelerine karşı olduğu çok açık. Bunları durdurmak için önümüzdeki dönemde “çevreci” kamuflajlar kullanılacağı ve gösterilerin destekleneceği de öyle. Türkiye’yi gerçekten seven solcuların ve çevrecilerin bazı büyük Batılı kapitalistlerin ve istihbarat örgütlerinin oyuncağı durumuna düştüklerini fark edip akıllanması lazım...
İstanbul’u gerçek bir küresel merkez haline getirecek bu iki projenin yapılması şart. Bu sefer Türkiye uzadıkça hiç kimse budayamamalı...

Haberin Devamı

Tek öcü Erdoğan
Çok tuhaf bir şey oldu. Haftalardır alkol düzenleme yasasına -ki bu yasanın birkaç maddesine ben de karşıyım- muhalefet eden, bu yasanın özgürlüklerin kısıtlanması anlamına geldiğini haykıran ve Gezi protestolarının bu kadar genişlemesini de buna bağlayan çevreler, büyük bir öfke ile Başbakan Erdoğan’ı hedef alırken bu yasa Köşk’ten onaylanıp, sessiz sedasız geçiverdi. Günlerdir bakıyorum, Erdoğan’a ateş püsküren çevrelerden Abdullah Gül’e karşı tek bir tepki yok...
Halbuki “Cumhurbaşkanı’nın yasayı onaylamayacağı”na dair dedikodular çıkaranların beklentileri boşa çıktı... Esasen Gül’ün onayı siyaseti doğru gözlükle takip eden bizler için sürpriz değil. Ancak bu yasayı laikliğe aykırı gören çevrelerin kıyamet koparması gerekirdi. Ama hiç ses çıkarmadılar. Çünkü şu an vesayetçi güçler açısından tek hedef Erdoğan. Mesele ilkeler değil. Reha Muhtar’ın ısrarla yazdığı gibi, AKP’yi kayıran ama sadece Erdoğan’a yönelmiş bu muhalefet kampanyası Özal ve ANAP hikayesini bize hatırlatıyor...

Haberin Devamı

Çifte standart
Bahçelievler Belediye Başkanı’nın gelinine bir grup protestocu sırf başörtülü olduğu için korkunç bir şekilde saldırdı. Saldırıya uğrayan gelin, eylemciler tarafından hem kendisinin hem bebeğinin tartaklandığını, bilincini kaybettiğini, kendine gelince üzerinde idrar kokusu hissettiğini, bebeğin de bu olaylar yüzünden sütten kesildiğini anlattı.
Can kayıpları ve yaralanmalar dışında iki haftadır yaşanan en korkunç olay bu... Bu olay toplumun içindeki ürpertici ayrışmaya ve düşmanlığa götürüyor bizi. Ama bakıyorum, maalesef protestoları destekleyen kesimde bu korkunç vahşet neredeyse hiç yankı yaratmadı. Bilakis bu vahşeti inkar eden ve şu an psikiyatrik tedavi gören bu başörtülü kadını yalancılıkla suçlayan çok fazla...
Bu ülkede hep kendine benzeyen zarar gördüğünde mi feryat edilir? Hep kendi kesiminin mi hakları korunur? Ortak ilkeler üzerinden bir mücadele yürütülemez mi?
Halbuki başörtülü, kucağında bebeği olan bir kadın değil de bizler gibi başı açık, laik yaşam tarzına sahip bir kadın güpegündüz İstanbul’un ortasında bir grup sakallı cübbeli tarafından saldırıya uğrasaydı... Ne olurdu dersiniz? Bu olayla ilgili tek satır yazmayan Batı medyası o zaman ne yapardı? Tayyip Erdoğan’a karşı olan kesimlerin tepkisi ne olurdu? Bu çifte standart mide bulandırıcı maalesef... İşte o yüzden gerilimin tırmandığı her gün Erdoğan’a destek daha da artıyor... Toplumun %65’i daha da çok birbirine kenetleniyor, çünkü eski azınlık vesayeti günlerinin geri geleceğinden korkuyor...

Haberin Devamı

Türkiye’yi Kilitleme Dayanışması
Cumartesi sabahı saat 10.30. Bütün Türkiye bekliyor. Başbakan’ın Ankara’da yapacağı mitinge saatler var. Günlerdir yalnızca kamuoyuna yansıyan en az 15 saatlik toplantılar düzenlenmiş, kapalı kapılar ardında müzakereler yapılmış, diyalog çağrıları ve çözüm arayışları belli bir noktaya gelmiş, Başbakan diyaloğu başlatmış. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve resmi sözcüsü Hüseyin Çelik ‘Mahkeme kararını bekleyeceğiz. Olumsuzsa yapacak bir şey yok. Olumlu çıkarsa da halk oylamasına gideceğiz’ demiş. Yani 31 Mayıs’tan beri devam eden ‘Topçu Kışlası yapılmasın’ protestoları başarıya ulaşmış...
Taksim Dayanışma Platformu tüm bunlar üzerine açıklamasını yapıyor. Özeti şu: “Bu günden itibaren tüm yurda ve hatta dünyaya yayılan mücadelemizden gelen dinamizmle ve gücümüzle ülkemizde yaşanan her türlü haksızlığa ve mağduriyete karşı direnişi devam ettireceğiz.”
Kusura bakmasınlar ama bence bunca ilerlemeden sonra, hiçbir şekilde Gezi’deki 90 kuşağı gençleri temsil etmeyen bu platformun adı değiştirilmeli, Taksim Dayanışma Platformu değil ‘Türkiye’yi Kilitleme Platformu’ denmeli! Ya da belki “AK Parti’nin oylarını arttırmak için dayanışma platformu” da denebilir. Çünkü bu akılsız ve anlamsız tavır sadece AK Parti’nin seçmen kitlesini büyütmeye yarar. ”Türk solculuğu” denen şeyin bir hastalık olduğunu söyleyen Etyen Mahçupyan ne kadar haklı...