Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

7 sene önce bugün, dün gibi aklımda. Gazetedeydim. Yazı işlerinin ortasındaki masamda bir röportaj yazıyordum. Bir anda ortalık karıştı. ‘Hrant Dink’i vurmuşlar’ cümlesini duyduğumu, koşarak televizyonun başına gittiğimi hatırlıyorum. Daha birkaç hafta önce Agos’taki odasında karşılıklı oturduğum, röportaj yaptığım, bana o iğrenç dava süreçleri ve karalama kampanyaları ile ilgili korkularını anlatan, sonrasında da defalarca telefonla konuştuğum babacan adam... Gitmişti... Hakikaten de gitmişti...
19 Ocak 2007 benim hayatımı birçok açıdan etkileyen bir gün oldu. Gözümün önünde cinayete adım adım yaklaşmanın adı, Şişli’nin artık hafızamda yalnızca o korkunç sahneyle özdeşleşmesi, o dönem oturduğum Agos’a yakın evden soğumam, kısa süre sonra taşınmam, o günkü kalabalıklar, ‘Hepimiz Ermeniyiz’ pankartlarını görünce içimde kabaran duygular... Hepsi ve çok daha fazlası demek benim için 19 Ocak 2007.
Üzerinden 7 sene geçmiş. Büyük bir utanç süresidir bu 7 sene. Koskoca 7 sene geçmiş ve Hrant Dink cinayeti hala öyle, ortada bir ceset gibi duruyor.
Cinayete adım adım yaklaşırken Hrant’ın söylediği, “Beni Türkiye insanının gözünde yalnızlaştırmaya ve açık hedef haline getirmeye çalışan derin bir güç var. Daha şimdiden, topluma akıttıkları kirli ve yanlış bilginin tesiriyle beni ‘Türklüğü aşağılayan’ biri olarak gören ve sayısı hiç de az olmayan önemli bir kesim oluşturdular. Artık her sokağa çıktığımda, bana bakan bu adam benim hakkımda ne düşünüyor acaba diye kendi kendime psikolojik işkence yapmaya başladım...” gibi yürek burkan cümleler ya da utanç verici dava günleriyle ilgili avukatı Fethiye Çetin’in, “Şişli Adliyesi’nin önü ana baba günüydü. Adliye binasının önüne bayrak asmışlar, pankart açmışlar. Tam bir provokasyon havası esiyor... Koridorda kalabalık bir saldırgan güruhu bekliyordu. Polis barikat kurmuş. O barikatın içinden yürüyerek duruşma salonuna ulaşmaya çalışıyoruz. Ben Hrant’ın yüzüne bakamıyorum. Nasıl küfür ediyorlar, polislerin üstünden aşıp nasıl yumruk sallıyorlar, tükürüyorlar, bilemezsiniz...” diye o kabusu tanımlaması ortada. Bu iğrenç saldırıları organize edenlerin büyük bir kısmı Ergenekon davaları kapsamında yargılanıyorlar ama hala Dink ile hiçbir ilgileri kurulmadı. Ölüme adım adım götüren karalama kampanyasında başrol oyuncusu olan medya aktörleri hesap vermedi.
Bir 19 Ocak daha geldi. Başımı yastığa rahat koymadan uyuyacağım bir 19 Ocak daha.

Haberin Devamı

Kritik ziyaret yarın başlıyor
Başbakan Erdoğan pazartesi akşamı yaklaşık beş yıl aradan sonra Brüksel’e gidiyor. Bu ziyaretin önemi çok büyük. Malum, AB başlığı epey bir süredir derin dondurucuda. 2004-2005’lerin bir numaralı gündem maddesi olan Türkiye’nin AB üyeliği hem Avrupa tarafından takınılan dışlayıcı siyasi tutum, hem de buna karşılık Türkiye’nin üzerine çöken rehavetle birlikte neredeyse uzak tatlı bir hatıra olarak kaldı. Ancak... Tam da bu nedenlerle Başbakan’ın salı günü yapacağı birbirinden kritik temaslar çok belirleyici...
Kimlerle mi görüşecek Başbakan? Birliğin bütün kurumlarının başkanlarıyla: AB Konseyi Başkanı Van Rompuy, Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz...
17 Aralık operasyonu sonrası Avrupa’dan Ak Parti’ye yansıyan hava pek de iç açıcı değil. Paralel devlet kavramı ve yargının üzerindeki şaibe AB’de anlaşılmış görünmüyor. Bir de tuhaf bir çifte standart tavrı da sürüyor birlik cephesinde. Genişlemeden sorumlu Komisyon üyesi Stefan Fülle’nin bu ziyaret öncesi HSYK değişikliği ile ilgili uyararak Kopenhag kriterlerini hatırlatması buna bir örnek. Kopenhag kriterleri çok önemli kriterler ancak üye ülkelerde tek tip bir HSYK sistemi olmadığı gibi birçok ülkede bu kurumu belirleyen en büyük aktör parlamento. Dolayısıyla meclisin de belirleyici olduğu bir modelden bahsetmek Kopenhag Kriterlerine aykırı olmasa gerek. Tabii şeffaf ve çoğulcu bir kompozisyon oluşturulacak şekilde...
Bu önemli ziyarette Başbakan’a eşlik eden gazeteciler arasında ben de olacağım. Bu benim için özellikle anlamlı, zira Türkiye’nin demokratikleşmesi için AB perspektifi ve idealini her zaman önemsemiş ve 2004-2005 sürecini Brüksel, Strasbourg ve Lüksemburg üçgeninde adım adım takip etmiş bir gazeteci olarak bu dönemde Türkiye’nin kendini birliğe doğru anlatması ve yeniden sağlıklı ilişki kurmasının hayati role sahip olduğunu düşünüyorum. Askeri vesayetle mücadele ederken AB çok netti. Çünkü tablo çok daha açıktı. Şimdi ise daha komplike bir vesayet türü ile karşı karşıyayız. Bunu doğru anlatmak lazım. Şayet AB bu vesayetle mücadele ederken Türkiye’nin yanında olursa, mücadele yollarında demokrasiden uzaklaşma riski azalır... Elbette Avrupa cephesinden Türkiye ile ilgili eleştirilecek birçok nokta var ama bu eleştirileri Türkiye’yi vesayete teslim eder bir körlükte yaparlarsa... O zaman ipler kopabilir... Bütün bunları salı günkü temaslardaki hava belirleyecek...