Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Tam 6 yıl 4 ay geçti o karanlık günün üzerinden. Hrant Dink arkadan, kalleşçe 6 yıl, 4 ay önce, 19 Ocak 2007’de vuruldu. Arada bunca şey oldu, bunca şey değişti de gerçek bir hesap sorulamadı bu cinayetle ilgili. Yıllar süren yargılama sonucu, üstelik her şey Ergenekon’u işaret ederken önce mahkeme ‘örgüt yok’ dedi, sonra da Yargıtay ‘örgüt var ama devletin birlik ve bütünlüğünü bozmaya yönelik bir terör örgütü değil’ diyerek bu ‘derin’ cinayeti basit bir suç çetesine indirgedi. İnsanın isyan edesi geliyor...
Halbuki Tuba Çandar’ın o müthiş ‘Hrant’ kitabının son bölümünü dikkatlice okumak bile cinayetin şifrelerini çözmek, aktörlerini anlamak için yeterli. Hrant ve yakın çevresinin ağzından aktarılan o günler bile bu işin serseri gençlerin işi olmadığını apaçık söylüyor. Peki o zaman yargı kimi, neden koruyor?
Bir isyanım da Hrant’a sahip çıktığını iddia eden ortamın geldiği noktaya. Bu noktayı önceki gün yazar Orhan Miroğlu Balçiçek İlter’in programında harikulade özetlemiş: “Biz bu tip davalarda kamusal bir adalet arayışı yaratamıyoruz. Herkes davaları kendi cephesinden bir kullanım aracı haline getiriyor... Mesela ben bu yıl çok istememe rağmen anma törenine katılamadım, çünkü böylesine değerli bir insanı andığımız bir günde hepimiz onu öldürenin Ergenekon olduğunu bildiği halde kimse bunu telaffuz etmiyor. Slogan şu: Faşizm vuruyor, AKP koruyor. Ben artık bunu duymak istemiyorum. Orada kortejin en ön safında olan bazıları oradan çıktıktan sonra Silivri’dekilere özgürlük eylemi yapıyorlar. Ben bunu görmek istemiyorum.” Helal olsun Miroğlu! Her kelimenin altına imzamı atıyorum.

Haberin Devamı

Birileri Kılıçdaroğlu’nu artık durdursun

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na şunu söylemeli: İfade özgürlüğü her şeyi söyleme özgürlüğü demek değildir Kemal Bey. İfade özgürlüğü evrensel hukuk standartları çerçevesinde düşüncelerini dile getirme özgürlüğüdür. Hala birtakım ayrımcılık ve boşluklar olsa da bu, Batı’da iyi oturmuş bir kavramdır. Nefret söylemleri ifade özgürlüğüne girmez mesela. Nefret suçuna girer. Siz ifade özgürlüğü kapsamında Hitler’i övemezsiniz. Nazi soykırımını hafifletemezsiniz. Bir ırka yönelik negatif bir söylemde bulunamazsınız...
Oysa bizim ülkemizde ifade özgürlüğü ağzına geleni söyleme özgürlüğü gibi anlaşılıyor maalesef. Nefret suçunun birebir tanımlanmamış olması da bunun bir göstergesi. O nedenle Kılıçdaroğlu dünyanın gözü önünde Milosevic’le yarışacak bir kıyıma imza atan bir caniyi seçilmiş bir Başbakan’la kıyaslamayı ifade özgürlüğü sanıyor. Öyle olmadığını görünce de yan çizen çocuk misali ‘o değil, ben oynamak istemedim’ diyor. Sayın Kılıçdaroğlu, artık şu her tarafından dökülen Suriye politikanızda ısrar etmeyin. Yoksa üstat Mehmet Barlas’ın diline düşmekten kurtulamazsınız. Bakın cuma günkü yazısında ne demiş Barlas: “...Şükredelim. Ya Beyaz Saray’da Obama ile Başbakan Erdoğan yerine ana muhalefet lideri olarak Kılıçdaroğlu görüşseydi? Mesela Türkiye’deki rejimin Suriye’deki Esad rejiminden daha baskıcı olduğunu söyleyip, Obama’ya ‘artık bir şeyler yapmalısınız’ deseydi...”

Haberin Devamı

12 Eylül’ün simgesi Berfo Ana’nın evi

Haberin Devamı

12 Eylül davası adeta onunla özdeşleşti. Gözaltında kaybolan oğlunu ararken bir ömür tüketti Berfo Ana. En sonunda oğlunu bulamadı ama davanın açıldığını gördü en azından. Kısa süre sonra da 105 yaşında vefat etti...
Şimdi Berfo Ana’nın Ardahan’ın Göle ilçesindeki evi bir kültürevine dönüştürülüyor. 22 Mayıs Çarşamba günü, Beşiktaş Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde Suavi, Niyazi Koyuncu ve Yavuz Bingöl gibi sanatçıların katıldığı bir konser düzenlenecek. Konserin gelirleri de kültürevinin yapımına harcanacak. Biletler için şu numarayı aramak gerekiyor: 05326522277...

3 adres

Ben yemek yapanları ve tadanları izlemeye bayılırım. Hayat enerjisinin en yoğun olduğu, hayatın güzelliklerinin en konsantre hissedildiği yer mutfaklar ve restoranlardır bence. Fırsat bulduğum günler saatlerce yemek kanalları izler, yemek yazıları okurum. Hem aşçıları hem de gurme ve gurmanları...
İşte size üç favorim:
1) En sevdiğim kanal: Kitchen 24. Özellikle dünyaca ünlü şef-yazar Anthony Bourdain’in ‘No Reservations’ adlı 24 saatliğine dünyanın farklı şehirlerini gezip yemek yediği programı ve geçtiğimiz günlerde İstanbul’a gelen hamur ustası Rudolph Van Veen’in yemek programı. (Bir ara şef Mario Batalli, Hollywood yıldızı, benim de en beğendiğim aktrislerden Gwyneth Paltrow, yemek yazarı Mark Bitman ve İspanyol oyuncu Claudia Bassols’un Spain.. On The Road Again adlı İspanya’yı dolaşıp yemek yedikleri harikulade seriyi de yayınladılar. Keşke tekrar etseler...)
2) Hürriyet Cumartesi’de de yemek tarifleri veren Refika Birgül’ün Ntv’de Pazar öğlen bir buçukta yayınlanan yemek programı. Yaptığı yemekleri öyle bir hissederek tarif edişi var ki Refika’nın... Ama program sadece 20 dakika, rüzgar gibi geçiyor maalesef...
3) Nur Çintay’ın Sabah Pazar’daki gurman yazıları. İstanbul’un bir haftalık yeme-içme- hayattan tat alma etkinliklerini müthiş özetliyor. İnsanın gazete kağıdını bile yiyesi geliyor!