31 Mayıs’ta başlayan ve hala devam eden Gezi Protestosu bence Türkiye için son derece faydalı oldu. Neden mi?
1- Katır kutur bir dile sahip ve ruhsuz, neşesiz sosyalist protesto anlayışı dışında yepyeni, postmodern bir protesto diliyle tanıştık. Gezi’deki bazı pankartlar muhteşem! Bu esprili, eğlenceli ve otoriteyle kafa bulan liberal dil, Türkiye’nin özgürleşmesi ve demokratikleşmesi için çok yararlı olacak...
2- 90’larda doğan, okuma yazma öğrenmeden internetle tanışan ve orada eski kuşakların dışında, farklı bir ortak dil üreten bu tekno-jenerasyonun sahneye çıkış miladı oldu 31 Mayıs. Hükümetin bu kuşağın hislerini ve fikirlerini dikkate almak zorunda olduğunu gördük.
3- Bu yeni kuşağın başlattığı demokratik isyanı anti-demokratik, ulusalcı ve faşist yöne çevirmeye çalışanlar iyot gibi açığa çıktılar. 90’lar kuşağına hakim, her türlü buyurganlıktan rahatsız dil ile fosilleşmiş ulusalcı dili ayırmak şart. İkincisi birincisinin şemsiyesinden faydalanmaya kalktı, olmadı.
4- Son 10 senede çok daha zenginleştiği halde dindarların nüfuz kazanmasından rahatsız olan kimi sermaye çevrelerinin “Tayyip Erdoğan’la kişi başı 20 bin dolarlık bir Türkiye yerine, Erdoğan’sız 5 bin dolarlık Türkiye olsun daha iyi” mantığında olduğunu anladık. Gençlerin haklı isyanından hareketle finansal operasyonlar ve borsa spekülasyonları yapmaya kalktılar. NY Times’a “Yabancı sermaye Türkiye’ye gelmesin” diye ilanlar verdiler. Faizlerin fırlamasını amaçladılar. Nasıl olsa kendileri kaybetmeyecek ama Türkiye kaybedecek... Bu kesimin, kriz anlarında nasıl ülkelerini ateşe atabileceğini görmüş olduk.
5- Tüm sermaye çevrelerini aynı kaba koymanın doğru olmadığını da anladık. Türkiye’nin yerleşik sermaye yapısından olduğu halde “Fırsattan istifade edelim, operasyon yapalım” lobisine dahil olmayanlar da oldu. Hatta meşru çizgide kalmak isteyenlere bu yerleşik yapıdan büyük baskılar geldi. Başbakan’ın yakın çevresine söylediği gibi bunları dikkatle ayırmak gerek. Meşru olanla gayrı-meşru işler peşinde koşanlar arasındaki farkı gördük...
6- Bir de bu olaylı dönemde “Fırsattan istifade kimi holdingleri tehdit edeyim. Menfaat elde edeyim” diye düşünenler çıktı. Çıkar amaçlı suç örgütlerine yakışan böylesine ucuz bir oportünizm de mide bulandırıcı. Şantajcı taktikleri hükümeti arkasına alarak uygulamaya çalışanlara dikkat edilmesi gerektiğini anladık...
Taksim’in demode platformu
Şu notu da düşmek gerek: Bülent Arınç’la görüşen Taksim Platformu’nu, Gezi’deki yeni aklı, yaratıcılığı ve liberal düşünceyi temsil eden gençlerden ayırmak şart. Bu platformun mensuplarının zihniyeti 70’lerden kalma, köhne, karşılığı olmayan sosyalist bir zihniyet. Halbuki ‘fırsat bulmuşken onu da isteyeyim, bunu da listeye koyayım’ diyeceklerine yalnızca ‘Topçu Kışlasını istemiyoruz. Gezi, park olarak kalsın’ talebini götürselerdi... İşte o zaman Başbakan bu isteğe karşı çıkmakta zorlanabilirdi. Böyle ferman gibi liste yayınlayarak hükümeti epey rahatlatıp, eğlendirdi bu platform.
Kutuplaşmadan bahsedenler bu yazıyı okusun
Dün Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’teki yazısını okurken kutuplaştırmanın, ayrıştırmanın ne demek olduğunu bir kez daha hatırladım. Dindar kesimden nefret eden bir zihniyetin aynasıydı o yazı. Gezi’dekileri ve Havaalanı’na Başbakan’ı karşılamaya gelenleri karşı karşıya getirmek için yazılmış, her satırından Taksim’dekileri göklere çıkaran, alandakilerden ise tekbir getirdikleri için tiksinen bir bakış açısı... Bu kafa Türkiye’ye çok zarar verdi. Vermeye de devam ediyor. ‘Bu kesimlerin hangisi yeni, hangisi eski Türkiye’ diye soruyor Özkök. Söyleyeyim: ‘İkisinden biri galip çıkıp, diğerini yok edecek diyen zihniyet eski, ikisi de birlikte var olacak’ diyen zihniyet yeni Türkiye sayın Özkök! Siz eski Türkiye için, tiksindiğiniz kesimlerin var olmadığı bir Türkiye için çok mücadele ettiniz ama galip gelemediniz...
Başbakan, Emniyet ve MİT
Emniyet, İstihbarat ve MİT arasında gerginlik olduğu malum. Fakat bu iki gücün kontrolünde olan kalemlere, internet sitelerine ve yayın organlarına bakıyorum da... Aynı dil ve aynı zihniyetin aynadaki akisleri sanki. Her farklı düşüneni “ajan”, “provokatör”, “dış mihrakın adamı” olarak gören, köhnemiş istihbaratçı bakış açısı dört bir yanı sarmış halde. Toplumsal olanla, o toplumsal gerçekten çıkan hareketi fırsat bilip manipülasyon yapmaya kalkanı ayıramayan sakat bir bakış açısı bu... Hani nerede, Hakan Fidan’la beraber başlayan yeni ve çağdaş MİT duruşu? Hani nerede, yurtdışında doktora yapmış, eski vesayetçi zihniyetten farklı Emniyetçiler?
Aralarındaki tek fark şu an MİT kanadının sivil hükümetin sonuna kadar yanında, Emniyet kanadının ise bağlı bulunduğu, ondan talimat almak zorunda olduğu sivil hükümete karşı mesafeli ve soğuk olması. Başlı başına tuhaf bir durum bu... Bence artık Emniyet’te bazı şeylerin iyi anlaşılması, MİT’in de eski Türkiye tipi istihbaratçılık zihniyetinden tam anlamıyla farklılaşması gerekiyor...