Seçim sonuçlarıyla ilgili çok şey söylendi. Benim özellikle dikkatimi çeken birkaç nokta var. Kaybeden ‘laik kesim’ açısından değerlendirmek istiyorum sonuçları. Esasen Türkiye genelinde biraz da mecburen CHP’nin kucaklamaya çalıştığı laik kesim kaybetmiş görünse de siyasette artan kutuplaşma yer yer bu kesimin ciddi başarılarına sahne oldu. İstanbul özelinde konuşacak olursak 2014 yerel seçimlerinin ilçeler bazında 2009’a kıyasla çok daha keskin sonuçlar çıkardığını söylemeliyiz. Bu da kutuplaşmanın arttığı tezini doğruluyor.
CHP, Ak Parti’ye kıyasla az ilçe belediyesi kazandı ama belli sembol yerlerde aldığı oy oranı rekor seviyede. Bunların başında Beşiktaş geliyor. Beşiktaş’ta yüzde 76 aldı CHP. CHP diyorum çünkü hakikaten aday değil partinin öne çıktığı bir yer oldu Beşiktaş. Zira geçen iki dönemin belediye başkanı İsmail Ünal değil, Mustafa Sarıgül’ün kontenjanından Murat Hazinedar adaydı. Hazinedar belki başarılı işler yapacak Beşiktaş’ta ancak şimdilik seçmen ne olduğunu bilmiyor. Doğrudan partiye oy verdi. Halbuki 2009’da CHP’nin aldığı oran yüzde 68,9’du. Yani denedikleri adaydan yüzde 8 puan fazlasını denemedikleri bir adaya verdiler. Keza Bakırköy de öyle. Bakırköy’le özdeşleşen Ateş Ünal Erzen 2009’da yüzde 56,5 almıştı. Bu seçime Erzen girmedi. Bülent Kerimoğlu yüzde 68 aldı. Kadıköy’de de durum farklı değil. Yüzde 68’den aday değişikliğine rağmen yüzde 72,5’e çıktı CHP’nin oyları. Bir de Şişli var tabii. Sarıgül bile (o seçime DSP’den girdi) 2009’da yüzde 54,7 alırken bu seçimde Sarıgül’ün kendi yerine belirlediği aday yüzde 61,6 aldı!
Bu sonuçlar hem CHP hem de Ak Parti açısından çok dikkatli değerlendirilmeli. Kutuplaşma arttıkça kaleler keskinleşiyor. Beşiktaş’taki yüzde 76, Kadıköy’deki yüzde 72 Ak Parti’nin hemen bir laik açılımı yapmasının şart olduğunu gösteriyor. Öte yandan CHP’nin de Anadolu’da, Güneydoğu’da neredeyse yok olması onun da bir ‘Türkiye açılımı’ yapmasını zorunlu kılıyor. Beşiktaş’ta bu kadar taraftar bulan dil Kayseri’de neden karşılık görmüyor? Toplumun çoğunluğu ile CHP neden temas kuramıyor? Ak Parti için de şu geçerli: Kendine düşman gördüğü kesimleri daha çok itmek tabanı sıklaştırabilir ama hayatın akışında toplumu keskinleştiriyor. Bu keskinliğin azalması hepimizin faydasına.
Nişantaşı’nda hava sıfırın altı
30 Mart’ın üzerinden tam bir hafta geçti. Sonuçlar önümüzde. Elektrik kesintisi, su kesintisi gibi bahaneler de tüketildi. Tablo açık: Ak Parti tartışmasız bir şekilde milletin önemli bir kısmını yeniden kapsamayı başardı. Bu çok büyük bir başarı... Bu başarıyı görmezden gelmek, seçim sonuçlarını tartışmalı gibi göstermeye çalışmak, bin dereden su getirip AKP’nin aslında başarısız olduğunu anlatmaya girişmek, bu partiye oy verenleri kısa boylu, koyun gibi vs diyerek faşizan bir dürtüyle aşağılamak gibi acınası tavırları maalesef görüyoruz. Demokrasi budur beyler, bayanlar! Demokrasilerde azınlık çoğunluğu yönetemez. Çoğunluğun tercihi de tartışmasız bir şekilde ortada... Etrafınıza bakıp da Türkiye’yi anladığınızı zannetmekten vazgeçin artık...
Ben zaman zaman ‘Beyaz Türkler’in kalesi olan Nişantaşı’nın nabzını tutmaya bayılırım. Gide gele ahbap olduğum büfelerde çalışan, dükkanlarda tezgahtarlık yapan, eczanelerde kalfa olan insanlar var. Onların gözünden Nişantaşı’na bakmak bence çok önemli. O nedenle özellikle birkaç gün bekleyip perşembe günü bir nabız yoklamasına gittim. Gördüğüm kadarıyla seçim sonuçları travmatik bir etki bırakmış Nişantaşı’nda. 30 Mart’a kadar her gün internete düşen ses kayıtlarını büyük bir coşkuyla birbirleriyle paylaşan ve her seferinde ‘bu kez Tayyip kesin düştü’ diyenler, Türkiye’yi Vali Konağı ve Teşvikiye’den ibaret sananlar öyle mantıktan uzak bir halde ki belli ki anketlere de ya bakmamış ya da bir mucize beklemişler...
Yıllardır gittiğim bir mağazaya girince çalışanlar gülerek yanıma geldiler. ‘Abla buralardan cenaze çıktı sanki. Görsen, her gün bu ülkeden gitme planları yapıyorlar. Çocuklarını nereye göndereceklerini konuşuyorlar. Bize her gün neden Sarıgül’e oy vermemiz gerektiğini anlatıp duruyorlardı, artık kurtulmak için ‘yok biz Sırrı Süreyya’ya veriyoruz’ dedik sonra da Topbaş’a attık oyu tabii. Aman abla sakın bu konuştuklarımızı duymasınlar. Biz de günlerdir üzgün numarası yapıyoruz...’
Durum özetle bu. Nişantaşı’ndaki havanın bundan fazlası var, eksiği yok... Bu kafa, bu körlük, bu ülkesine yabancı olma hali bir yere kadar anlaşılabilir de bu halin, kafa değişmeden hiçbir zaman iktidar olamayacağı kısmı onlara nasıl anlatılır bilmiyorum... Halbuki o yanlarında çalışan, beğenmedikleri, yukarıdan baktıkları insanlara kulak verseler... Yaşadıkları ülke yanı başlarında, bakıp da görmeyi bir öğrenseler...
Temennicilere artık ‘dur’ deme vakti
Bu seçim bir kez daha gösterdi ki köşe yazarları açısından ‘Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız’ lafı son derece doğru. Temennilerini gerçek gibi sunup, hatalarından utanmak yerine yıllardır kamuoyuna yalan söylemeye devam eden onlarca isim var. Ne tuhaf ki tahlillerinin yanlış çıkmasının hiçbir yaptırımı olmuyor. İşi analiz yapmak olan insanlar hep yanlış analiz yapıyorlar ama bunun bedelini ödemiyorlar. Ne tuhaf memleket burası!
Seçime birkaç gün kalana kadar anket sonuçlarına değil rüyalarına dayanarak Ak Parti’nin büyük oy kaybı yaşayacağını söyleyenler, Başbakan’ın neden kaybedeceğine dair madde madde yazılar döşeyenler, yüzde 35 rakamını verenler... Çıkıp ‘işimizin ehli değilmişiz. Yanlış yaptık, özür dileriz’ demeyecek misiniz? Ya da içinizden bari birkaçı utanıp da ‘benden bu kadar’ diye kenara çekilmeyecek mi? Mantığınız değil öfke ve nefretinizle hareket etmenin aydın tavrı ile bağdaşmadığını teslim etmeyecek misiniz?