Dün gündeme yansıyan en ilgi çekici haber Almanya ile ilgiliydi. Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu Almanya Dışişleri Bakanlığı’na çağırıldı. Bunun üzerine Ankara da Türkiye’deki Alman büyükelçiyi çağırdı. Peki ama iki ülke arasındaki ipler gerilirken Almanya’daki görüşmede ne konuşuldu?
Hem Alman hem de Türk dışişlerinden güvenilir kaynaklarımdan toplantıyı bütün detaylarıyla dinledim. Almanya’nın Büyükelçimiz Karslıoğlu’na verdiği mesaj şu: “Zor zamanlarda sükunetimizi ve serinkanlılığımızı kaybetmememiz lazım. Bakan Bağış’ın söyledikleri sürece yardımcı olmuyor. Ricamız retoriği düşürüp havayı yumuşatmanız.”
Bu mesaj son derece yumuşak ve dostane bir havada verilmiş. Toplantıdan bilgi aktaran kaynaklar Gezi olaylarından beri Almanya’da Türkiye’ye karşı havanın olumsuza döndüğünü ancak bunun Alman siyasetine yer yer zarar verebileceğini gördükleri için iki ülke arasındaki gerilimin tırmandırılmasının arzu edilmediğini söylüyorlar. Nitekim bu toplantıdan sonra Bağış’ın havayı yumuşatmak için AB ile müzakerelerin önünü açıcı mahiyette yaptığı açıklamalar dün sabah hemen Alman basınında önemli bir yer buldu.
Peki ama 31 Mayıs’tan beri yaşananlar oraya nasıl yansıyor? ‘Gezi meselesi’nin Almanya’daki aksi ne?
Ben Alman medyasını iyi takip ederim, bir İstanbul Erkekli olarak çok da kontağım vardır Almanya’da. Hem o izlenimlere hem de toplantıyı bana aktaran kaynakların verdikleri bilgilere göre şöyle bir durum var: Gezi olayları Almanya’da orantısız büyüklükte gösterildi ve gösterilmeye devam ediyor. Brezilya’daki protestolar çok daha fazla protestocu ile ve yer yer bizdekini aratmayan polis müdahalesi ile sürüyor ama orası ile ilgili haber Türkiye ile ilgili olanın belki yüzde 1’i. Bunun 3 sebebi var: 1) Türkiye Almanya’ya yakın ve göçmenler dolayısıyla çok aşina bir ülke. Almanya’daki Erdoğan karşıtı bazı Türk çevreler Gezi olaylarını özellikle gündemde tutmak istiyorlar. Bunun için devamlı gösteriler düzenliyorlar. Ancak yer yer ipin ucu kaçıyor. Mesela geçenlerde sefaretin önünde düzenlenen bir gösteride Esad ve Hizbullah posterleri açıldı. Bu, Alman otoritelerinin hiç hoşuna giden bir fotoğraf değil. (PKK çevreleri buna dahil değil. Çözüm sürecine zarar vermemek için olsa gerek, Öcalan’ın talimatı doğrultusunda Almanya’daki PKK sokağa çıkmıyor)
2) Eylülde yapılacak seçimler. Maalesef Türk ve Türkiye karşıtlığı Almanya’da sağ seçmen üzerinde iş yapıyor. O nedenle Merkel Gezi’yi bahane edip Türkiye ile gerginleşen siyaseti seçim malzemesi olarak kullanma eğiliminde.
3) 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul projeleri, Almanya’nın pastasını küçültecek endişesi yaratıyor.
Bu sebeplerle mi yoksa başka saiklerle mi bilmem, komplo teorilerinden de nefret ederim ancak büyükelçilik kaynaklarından dinlediğim çok tuhaf hikayeler var. Gezi olayları ile ilgili haber yapmak için Berlin’de Türk mahallesine giden Alman gazeteciler, şayet mikrofon tuttukları Türkler Ak Parti hükümeti lehine konuşur ve protestocuları desteklemezse ‘Türkiye adına konuşma’ diye refüze ediliyorlarmış ve onların görüşlerine yer verilmiyormuş. Türkler de gelip bu durumu elçiliğe anlatıyorlarmış. Zaten Alman basınına bakınca olayların tek bir yönden ele alındığını görüyorsunuz. Sanki protestocular toplumun geri kalanından çok daha büyük bir kitleymiş algısı doğuyor, yazılanları okuyunca. Zaten Başbakan’ın mitingleri neredeyse hiç yer bulmuyor. Alman gazeteciler bunu kendi siyasi duruşları nedeniyle mi yoksa belli bir yayın politikası doğrultusunda mı yapıyorlar, bilmem... Ama istisna olmaması da ilginç... Zaten konuştuğum kaynaklar bu, basına yansıyan orantısız fotoğraf nedeniyle Almanya’daki 3,5 milyon Türk’ten protestoları desteklemeyen, ancak sessizliğini koruyan büyük kitlenin yavaş yavaş rahatsızlık sinyalleri verdiğini söylüyorlar. Sonuçta o kitle sokağa çıkarsa Almanya’da da gerginlik tırmanır. Bu elbette istenilen bir şey değil. O nedenle Alman otoriteleri büyük bir olasılıkla önümüzdeki günlerde dengeleme ve frene basma eğilimine girecekler.
Yeter! Alabora’yı işaretlemeyin artık!
Oyuncu Memet Ali Alabora’nın Gezi olayları boyunca hedef tahtası haline getirilmesi, komplo teorilerinin baş aktörü konumuna oturtulması ve devamlı gündemde tutulması son derece sakıncalı. Hem de Türkiye gibi bir ülkede... Üstelik komik de... Yeter! Kınıyorum!
Einstein’a fizik, Başbakan’a siyaset öğretmek
Gezi olaylarının ilk gününden beri Başbakan her yönden eleştiriliyor. Tabii bu eleştirilerin farklı kaynakları ve oturdukları farklı zeminler var. Ulusalcı ve faşist açıdan yapılan saldırıların hiçbirinin önemi yok. Fakat Erdoğan’a özgürlükçü ve demokrat perspektiften getirilen her eleştiri çok büyük değer taşıyor. Hükümetin daha özgürlükçü ve daha demokrat olması için en sert dille yüklenilmeli.
Nitekim böyle yüklenenler var. Ve maalesef bu samimi liberal eleştirilere kimi muhafazakar yazarların “Operasyonun bir parçası, arkalarında Soros var” tipi saçmalıklarla yaklaşması hakikaten komik oluyor... Muhafazakarlar, Kemalistlerin yıllardır tekrarladığı birbirinden yaratıcı “komplo teorileri”ni aynen kendi lügatlerine alıverdiler.
Öte yandan bu komplocular komik de, özgürlükçü-demokrat aydınların bir kısmının Erdoğan‘a “siyaset dersi” vermeye kalkışması komik değil mi?
Erdoğan‘ın siyasi ideolojisinden nefret edebilirsiniz ama onun çekirdekten yetişme bir ilm-i siyaset dehası olduğunu kabul etmek zorundasınız. Erdoğan “siyaset adamlığı” konusunda 35 yıldır yüzlerce kez sınanmış ve başarılı olmuş bir lider.
Hatırlayalım: Son olarak çözüm sürecinde “Erdoğan MHP’lileşti. Kürtleri dışlıyor” diye kıyamet koparanları nasıl da ofsaytta bıraktı. Bir yandan şahin söylemlerle milliyetçi-muhafazakar kesimin gazını alırken öte yandan Kürtlerle büyük barışın zeminini kurdu Erdoğan. Bunu anlamak için de gizli bilgileri bilmeye gerek yoktu. Asgari zeka sahibi yorumcular için manzara netti. Fakat kibir ve nefsi gözlerini kör etmiş çoğu yazar komik analizler yaptı, Erdoğan’a siyaset dersi vermeye kalktılar ve maalesef sınıfta kaldılar. Bu yazarlar toplumsal karşılıkları yüzde 1 olduğu halde “Bizi dinleseydi Erdoğan %60 alırdı” bile diyebildiler. Durum bu kadar vahim...
Şimdi Gezi sürecinde de aynısı yaşanıyor: Erdoğan‘a ataerkilsin, buyurgansın, otoritersin hatta totalitersin bile diyebilirsiniz. Bu tür ideolojik eleştirilerin en abartılısına bile lafım yok. Bu, değerlere dair bir algı neticesinde. Ama Erdoğan’ın defalarca kanıtlanmış siyasi zekasını küçümseyici konuşmalar gerçekten aptalca. Tam aksine çözüm sürecindeki fiyaskolarından sonra “Acaba Erdoğan nasıl bir plan kuruyor, yakında ne yapacak” diye derinlikli biçimde kafa patlatıp analiz etmeleri gerekirken bazıları hala “Sen bilmezsin, şunu şöyle yap” diye akıl vermeye kalkıyorlar. Laik kesim kendini İslami kesimden ontolojik olarak daha üstün saydığı için “Dindarlar aptal ve kültürsüz olur” gibi faşizan bir algıya teslim olmuş durumda gördüğüm kadarıyla. Bu tuhaf hastalık sadece ulusalcılara ve solculara da ait değil. Liberaller hatta muhafazakar diye bilinen yazarlara da aynı hastalık sirayet etmiş. Einstein’a fizik öğretmeye kalkan lise fizik öğretmeni Temel gibiler. Teşhisleri sürekli yanlış çıktığı halde hala “Tedavi reçetesi” vermekte ısrar ediyorlar. Bu “Ortalama Türk yazarı” meselesini de inşallah 90 kuşağı yeni yaratıcı yazarlar çözecek...