Yaklaşık değil, tam 5 yıl geçmiş Başbakan’ın Brüksel’e gelişinin üzerinden. 5 yıl sonra çok da zor bir gündemle çıkıyor Avrupa başkenti seyahatine. Kritik bir ziyaret bu. Zira 17 Aralık sonrası ortaya çıkan tabloyu Batı’ya anlatmak kolay değil. Başbakan’ın Brüksel’de yapacağı temaslar, vereceği mesajlar o nedenle çok önemli.
Uçak havalanır havalanmaz yanımıza geliyor Başbakan. Keyfi yerinde. Espriler yapıyor, sohbet ediyor bizlerle. Uçaktaki hava da Başbakan’ın havasına paralel. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Yalçın Akdoğan... Bütün ekip son derece neşeli, esprili... Davutoğlu bizimle uzun uzun sohbet ediyor. Konuşacak çok şey var ama tabii biz henüz Esad rejiminin bir askerinin çektiği insanlık aybı fotoğraflardan haberdar değiliz.
Brüksel’e iner inmez telefonlarımız çalmaya başlıyor. Biz gökyüzündeyken dünya Esad’ın vahşetine artık gözlerini kapatamaz hale gelmiş. Herkes Suriye’den çıkan, Hitler döneminin Nazi kamplarını aratmayan o fotoğrafları konuşuyor. Davutoğlu’na bakıyorum. Zaten bildiği bir şeyin artık reddedilmez bir şekilde ortaya saçılmasının verdiği haklı bir hüzün var yüzünde. Temkinli davranıyor, ‘Yarın bu konuda açıklamalar yaparız’ diyor.
Brüksel’den büyük jest
Havaalanından şehre vardığımızda saat gece 11’e yaklaşıyor. Brüksel’de bütün devlet adamlarına ev sahipliği yapan Conrad otel ad değiştirmiş. Stefanie Meydanı’na geldiğimizde büyük bir kalabalık Başbakan’ı ve beraberindeki heyeti bekliyor. Avrupa’nın çeşitli noktalarından Türkler adeta bu meydana akın etmiş. Başbakan otobüsün tepesine çıkıyor ve Türkiye’deki mitingleri aratmayan bir atmosferde konuşma yapıyor. Brüksel’in göbeğinde, gecenin 11’inde bu olanlar inanılır gibi değil. Yok, benim bildiğim burada miting yapılmaz. Hele gece hiç yapılmaz. Brüksel’deki gazeteci dostlarıma soruyorum, beni doğruluyorlar.
9 yıl önceki heyecan
Başbakan konuşmasında Brüksel yönetimine miting izni için teşekkür ediyor. Suriye’de ortaya çıkan fotoğrafları hatırlatarak bütün Batı’ya çağrıda bulunuyor. 17 Aralık sürecine atıfta bulunarak ‘Bunların üstesinden gelmeye muktediriz’ diyor ama en önemlisi AB süreci ile ilgili çok olumlu mesajlar veriyor. ‘Temenni ederim buradaki görüşmeler fasıllarla ilgili olumlu gelişmelerin olduğu farklı bir başlangıç olur’ diyor. Belli ki Brüksel Başbakan’a jest yapmış. Bu jest görüşmelere de yansıyacak mı göreceğiz ama Türkiye’nin Batı’ya karşı en azından Suriye konusunda çok önemli bir mevzi kazandığı ve bunun üzerinden yeni bir havanın doğacağını varsayabiliriz.
Mitingin ardından otele geçiyoruz. Bir anda kendimi bir dejavunun içinde buluyorum. 17 Aralık 2004’e ışınlanıyorum sanki. Aynı koridor, aynı kalabalık, uzun zaman sonra AB konusunda benzer bir heyecan. Tabii 9 sene öncesine göre çok daha zor bir dönem...
Yargı devleti değil hukuk devleti
Günlerdir kafaları kurcalayan soru: Başbakan AB’yi 17 Aralık operasyonu ve ertesinde yaşananlara, yargının içinde siyasete darbe yapmak için hareket eden yapıya ikna edebilecek mi? AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy ve AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile bir araya geldikten sonra yaptıkları basın toplantısından çıkanlara bakacak olursak Başbakan’ın bütün süreci detaylı ve samimi bir şekilde aktardığı, AB liderlerinin de not aldığı anlaşılıyor.
Konsey binasında yapılan basın toplantısı hem üç liderin havasını gözlemlemek hem de yabancı basının tavrını görmek açısından bence çok önemliydi. Toplantıya hem Başbakan Erdoğan hem Rompuy hem de Barroso son derece rahat bir havada geldiler. Görüşmelerin yumuşak geçtiği anlaşılıyordu. Hem Rompuy hem de Barroso Erdoğan’ın 17 Aralık süreci ve sonrasında yaşananları Başbakan’ın kendi cephesinden büyük bir samimiyetle anlattığını, kendilerinin de hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerinin demokrasinin vazgeçilmezleri olduğunu vurguladılar.
Başbakan ise ‘Kuvvetler ayrılığı noktasında da hukukun üstünlüğü noktasında da demokratik ülkelerin hiçbir problemi yoktur. Fakat yargı bağımsızlığı tarafsızlık prensibinden sapılarak kullanılmaya başlanırsa ciddi sıkıntı doğar. Burada yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamak yasamanın görevidir. Yargıyı yasamadan bağımsız düşünürsek o bir hukuk devleti değil, yargı devleti olur. Biz demokrasiye inanıyoruz ve halkın iradesinin üzerinde bir güç kabul etmiyoruz’ dedi.
AB Suriye’de sert değil
Şüphesiz hem dünya hem de Brüksel’deki toplantının en önemli maddelerinin başında Suriye’den yansıyan insanlık ayıbı kareler geliyordu. Başbakan ‘Bu fotoğraflar Cenevre 2 toplantısını beklentimiz istikametinde etkiler. Bunlara bakıp da hala seyirci kalmak uluslararası toplumun görevini yerine getirmemesi olur. BM Güvenlik Konseyi’nin bize sormadan çok daha ileri adımlar atması gerektiğine inanıyoruz. Esad giderse ne olur sorusundan bıktık. Demokrasiye inanan bunu sormaz. Esad giderse halkın iradesi gelir. Bundan daha kötü bir Suriye düşünülemez. 150 bin insan öldürüldü. Daha neyi soruyoruz?’ diyerek haklı tepkisini dile getirdi. Ancak benim tespitim AB cephesinden hala yeterince sert bir duruşun ortaya çıkmadığı yönünde. Zira Rompuy o fotoğraflarla ilgili soruya ‘şayet gerçeklerse’ şerhini defalarca düşerek, temkinli cevap verdi.
Yeni bir başlangıç mı?
Toplantıdan çıkan önemli başka ve belki de esas soru da şu: 21 Ocak 2014 Türkiye-AB tarihinde yeni bir başlangıç olabilir mi? Bu soruyu kasımda 3 yıl aradan sonra açılan başlık, aralıkta vize muafiyeti ile ilgili gelişmeler ve geri kabul anlaşmasını hatırlatarak yanıt vermekte fayda var. Başbakan konuşmasını ‘Görüşmeler çok verimli oldu. 3,5 yıllık durgunluktan sonra yakın zaman önceki olumlu gelişmeler ilişkileri canlandırdı’ diyerek açtı ve tam üyelik hedefinin altını çizerek ‘AB’ye yük olmak için değil yük almak için girmek istiyoruz’ dedi. Ekonomi ve Kıbrıs gibi başlıkları ele aldıklarını belirtti. Kısacası AB-Türkiye ilişkilerine yeniden bir ivme kazandırmak yönündeki isteğini ortaya koydu. Bu arada toplantıda demokratikleşme paketinden de övgüyle bahsedildiğini hatırlatmamda fayda var.
Ben bu gezinin Başbakan açısından Batı’ya yönelik dostça mesajlar, AB sürecini canlandırmaya yönelik iradenin beyanı, Suriye’de Türkiye’nin tezlerinin haklılığını ortaya koyan fotoğrafların ardından kazanılan önemli pozisyon ve AB açısından Türkiye’nin müzakere süreci ile ilgili bir ‘yeniden şarj olma hali’ olarak özetlenebileceğini düşünüyorum.