Geçenlerde büyük bir haksızlık yaptığımı fark ettim. Bir de baktım ki devamlı bizim pıtırcıkları yazıyor ama evdeki kızdiğer dünyalar güzelimizi es geçiyorum: Lokum Hanım. Bizim nazlı prensesimiz... Tatlı kedimiz Lokum...
Lokum hamile. Daha doğrusu idi. Ta ki biz bayramı fırsat bilip Antalya’ya gelene ve kafa dinlemek için harika bir yer olan Tekirova Güral’a yerleşene kadar. Zannediyorduk ki hanımefendi iki haftaya doğuracak. Büyük bir rahatlıkla anneme bırakıp geldik bir haftalığına tatile... Sonuç: Tesislere girer girmez annem aradı ve müjdeyi verdi: Lokum veterinerin dediği gibi 15 gün daha beklemedi, üstelik tahminlerin aksine 2 ya da 3 tane değil tam 6 tane doğurdu!
Bir seneye 8 yavru! 3 ay önce anne şimdi de anneanne oldum! Hem de iki pespembe burunlu sarı, dört de gri-siyah yaramaz mı yaramaz kediciğin anneannesi! Annem ve kardeşim sürekli resimler gönderip duruyor... Bizim pıtırcıkların şimdiden pabucu dama atıldı. Eve dönmek için sabırsızlanıyoruz...
Hakan Fidan
Hakan Fidan’la ilgili çok tuhaf gelişmeler tatil rehavetini ve haber grevini deldi geçti. Önce Wall Street Journal’da kabataslak işaret edilen, sonra da Washington Post’ta David İgnatius’un detaylarıyla yazdığı iddia ve üzerine İsrail’den gelen açık ölüm tehditleri çok vahim...
Ben istihbarat savaşlarından anlamam. Haberler doğru mudur, doğruysa da kim bu haberleri neden şimdi servis ediyor, bilmem. Bunlar üzerine analizler yapılabilir tabii ama bu gün yalnızca Hakan Fidan’la ilgili izlenimimi yazmak istiyorum.
Fidan’ı Başbakan’la geçen yıl gittiğim Katar seyahatinde tanıdım. Bende bıraktığı izlenim müthiş olgun. Özgüvenli nazik ve centilmen biri olduğu yönünde. Davranışları, tarzı, duruşu itimat telkin eden, konusuna ve meselelere çok hakim ve gerçek anlamda dünya görüşü olan vakur bir Müslüman entelektüel...
O seyahatte sohbet ettik. Gerçek anlamda kendini inşa etmiş, özgür ve özerk bir beyin gördüm sohbetimiz sırasında. Barış ve adalet değerlerini önemseyen, bu değerlerin hem Türkiye’de hem Ortadoğu’da hem de İslam ve Batı dünyasında geçerli olmasını mesleki bir tutku haline getirmiş biriydi karşımdaki. Batı karşıtı bir adam değildi ama Batılı istihbarat merkezlerinin kontrolünde olacak biri de olamazdı. Dediğim gibi, özgür, özerk ve bağlı bulunduğu sivil otoriteye sadık bir karakterdi... Benim kişisel gözlemlerim böyle...
Dershaneler kapatılmamalı
Bir süredir konuşuluyordu, artık gerçekleşti. Dershaneler kapatılıyor. Ben bu gelişmeyi doğru bulmuyorum. Sivil ve özel alana müdahale edildiğini düşünüyorum. Nasıl ki hükümete ve Başbakan’a karşı bürokratik vesayet girişimine zamanında bu köşede karşı çıktıysam şimdi de hükümetin sivil alana müdahalesine karşı çıkıyorum. Temel bir demokratik prensibi hatırlatıyorum...
Hükümet devleti yönetir ama insanların kalbini ve beynini yönetemez. İsteyen evrensel hukuka uygun şekilde istediği derneği ve şirketi kurar. Devlet buna karışamaz. Bunu engellemesi teşebbüs özgürlüğüne aykırıdır. Bu bağlamda isteyen dilediği gibi özel okulu da bu okullara yardımcı kursları da açabilmelidir. Eğer bu yardımcı kurslar yani dershaneler talep görüyorsa, kâr ediyorsa yaşar ve büyür. Talep yoksa da çöker kapanır gider...
Öte yandan, devlet eğitim sisteminin içeriğini ve şeklini değiştirebilir. O değişimden sonra o üniversiteye hazırlık yardımcı kurslarının bir anlamı kalmazsa zaten kendiliğinden kapanır giderler. Tıpkı video dükkanlarının işlevini yitirip yok olması gibi...
Fakat bir demokratik ülkede devlet yukarıdan bir kararla özel okulları ve dershaneleri kapatamaz. Böyle bir tavır sivil ve özel alanı ihlaldir...
Nasıl ki vesayetçi bürokratların devleti demokrasi dışı yöntemlerle yönetmeye kalkması yanlışsa devletin de sivil ve özel alana müdahalesi yanlış. Keşke olaylara prensipler bazında, ‘şucu bucu’ demeden bakabilsek...