Melih AŞIK
Sabahları taksi çağırdığımız durağın şoförleri efendi, pırıl pırıl insanlar. Ancak aralarında biri var ki diğerlerinden farklı:
Hasbi Bey... Altmışlarında, ince yapılı, beyaz saçlı
Hasbi Bey direksiyonda bir mabut gibi dimdik oturuyor, arabayı çok dikkatli kullanıyor, az konuşuyor. Ben arka koltukta gazeteleri okurken dayanamıyor, başlıyorum bu memleketin neden adam olmayacağı üzerine nutuklara..
Hasbi Bey dinliyor... Dinliyor... Söz en umutsuz noktaya geldiği anda sanki benim dakikalardır anlattıklarımı hiç dinlememiş gibi sözü bir cümleyle noktalıyor:
- Umutsuzluğa teslim olmamak lazım...
- Peki ne yapmalı?..
- Yapacak birşey her zaman vardır. Umutsuzluğa teslim olmamak lazım...
Bendeniz tekrar sayfalara gömülüyorum. Umutsuzluğa teslim olmamaya çalışarak bir umut ışığı arıyorum haberler ve yorumlar arasında... Olmuyor... Çünkü bence herşey kötüye gidiyor... Ülke geriye gidiyor. Toplum depresyon geçiriyor. Ben mi çok karamsarım?.. Kafamı kaldırıp etrafa bakıyorum... İşte İstanbul.. Bu mu İstanbul?.. Bu mu gençlik günlerimizin hayat dolu cennet bahçesi... Bu pejmürde, estetiksiz, perişan köyün bir daha eski güzelliğine kavuşmasına imkan var mı? Çocuklarımız bu kentte, bu ülkede nasıl mutlu olabilir bundan sonra?.. Ağzımdan tekrar umutsuz cümleler dökülüyor. Ve
Hasbi Bey lafı sonuna kadar dinledikten sonra acı bir gülümsemeyle noktayı koyuyor:
- Çaresizliğe yine de teslim olmamak lazım...
Bir astsubay emeklisiymiş. Ancak ince telli ve renkli camlı gözlüklerinin ardından bir muvazzaf general gibi kararlı konuşuyor... Ayrıntılara takılmıyor. Umutsuzluğu bir kaytarma olarak görüyor besbelli. Uzun ve karmaşık yorumlara girmeden
"temel ilke"yi yalın ve basit üç dört sözcükle tebliğ ediyor:
- Umutsuzluğa teslim olmamak lazım...
Peki ne yapmalı? Onu size bırakıyor...
Hasbi Bey az sözle çok şey anlatıyor. Herkese, hepimize çok şey söylüyor. "Doğru" tek ve kesin:
- Umutsuzluğa teslim olmamak lazım...
O kadar...
Diyanet İşleri Başkanlığının garip "fetva"sını iki gün önce yazmıştık.
"Dövize yatırım yapmayı mübah"
olarak gören Diyanet İşleri:
"devlet tahviline yatırım yapmayı günah"
olarak nitelemişti.
Böylece döviz alıp yastık altına atarak faizini yabancı bankerlere bırakan vatandaş günaha girmiyor ama devlet tahvili alarak hem kendine hem ülkesine yararlı olan vatandaş günaha girmiş oluyordu...
Bu konularda uzman bir bilim adamı olan Prof.
Beşir Hamitoğulları aradı... Düşüncelerini aktardı... Beşir Hoca dedi ki:
- İslamiyetin kurallarının uygulandığı müslüman bir toplumda faiz hakedilmemiş bir gelirdir. Dolaysıyla günahtır. Ancak.... Bugün müslümanların yaşadığı yer İslami bir toplum değil. Kapitalizmin kurallarının bütün azgınlığıyla uygulandığı bir ekonomik ve sosyal ortamdır. Müslümanı bu koşullarda islami toplumun ekonomik kuralları içinde yaşamaya davet etmek onu zarar sokmaktır elbette.
Zaruret hali diye birşey vardır. Diyanetin bu "zaruret hali"ni göz önünde tutarak mütalaa yürütmesi gerekir. Yediğimiz ekmekte, içtiğimiz suda, soluduğumuz havada bile faiz varken tasarrufu faizden kaçırmaya çalışmak ister istemez yanlış yollara saptırır toplumu...
Şırnak'tan telefonla orta rütbeli bir subay arıyor...
- Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı inşaatı için bütçeye 12 trilyon 880 milyar konulacağını bizzat Cumhurbaşkanı Demirel açıkladı, diyor..
- Evet...
- Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı personeli de en iyi koşullarda yaşamalıdır, önce bunu belirtmek istiyorum...
- Gayet tabii...
- Ancak daha zor koşullarda yaşayan askeri personel de unutulmamalıdır...
- Mesela?..
- Mesela Şırnak'ta ve Güneydoğu'nun diğer bölgelerinde askeri personelin yaşam standardı ortalamanın hayli altındadır. Erlerin arasından inşaat usta ve işçileri buluyor... Onlara taş, briket ne bulursak veriyor, baraka inşa ettiriyoruz. Ortaya içindeki yaşam koşulları hayli fakir derme çatma kulübeler çıkıyor. Birkaç gün önce arkadaşlarınız buradaydı herşeyi gördüler...
- Yaşama koşullarından örnek verir misiniz?
- Operasyona çıkan birlikler akşam döndüklerinde istedikleri gibi yıkanamıyor, elbiselerini kurutamıyorlar. Bin kişilik yerde beş bin kişiyi yatırıyoruz. Tuvaletlerin önünde kuyruk oluşuyor... Ertesi gün tekrar araziye çıkacak olan eratı mümkün olduğunca dinlendirmemiz, rahat ettirmemiz lazım. Ama bunu başarımıyoruz.
Binbaşı ile sohbetimiz çarpıcı bir tabloyu ortaya koyuyor... Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı bin, bilemediniz binbeşyüz kişilik bir askeri birlik... Bu askeri birlik için bütçede adeta beş yıldızlı otel tahsisatı, 12 trilyon 880 milyar lira öngörülüyor. Güneydoğu'da ölümle burun buruna yaşayan, cephede çarpışan gençler ise derme çatma barakalarda Afganistan standartlarında barınıyor... Telefondaki subayımız diyor ki:
- Muhafız Alayı inşaatına ayrılan 12 trilyon 880 milyar liranın, yalnızca 880 milyarını bize ayırsalar Şırnak'taki bütün askeri tesisleri yaşanabilir duruma getirebiliriz. Askerlerimizi daha insani koşullarda yaşatabiliriz. Bunu sayın yöneticilerimize anımsatmak istiyorum...
Biz de Ankara'nın bu sese kulak vermesini istiyoruz... Çünkü haklı bir ses... Ve ülke için çok önemli doğruları dile getiriyor...
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr