Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Melih AŞIK

Susurluk skandalında adı geçen isimlerden Yaşar Öz'ü 1994 yılında yakalayan, ancak Mehmet Ağar'ın emriyle serbest bırakan polisleri yargılayan yargıç İrfan Hacıevliyagil gördüğü baskılar üzerine davadan çekildiğini açıkladı. Adalet Bakanı Oltan Sungurlu diyor ki:
- Hakimin üzerinde baskı varsa bu da suç oluşturur. Savcılar harekete geçerler...
Savcılar harekete geçmediklerine veya geçemediklerine göre, demek ki yargıca baskı yapanlar savcıdan veya yargıçtan daha güçlü...
Yargıçları görevden uzaklaştıran "baskı"nın boyutu üzerine sohbet ederken Avukat Kemal Kumkumoğlu diyordu ki:
- Ülkenin Başbakanı, "Başıma bir şey gelecek diye bu işi takip etmekten vazgeçmem!" sözleriyle "olası tehlikeleri" ima ediyor. Arkasından bir Devlet Bakanı çıkıp "Çete hala pes etmedi. Üzerimize geliyor" diye konuşuyor... Düşünün.. Bu koşullarda yargıca nasıl güvenlik vaadederiz?..
Hakimleri "moral" açıdan olumsuz etkileyen tek neden bu değil Kumkumoğlu'na göre.. Diyor ki:
- Yargıç sokağa çıktığında mahkemede hakkında hüküm verdiği kişinin yakınlarıyla aynı otobüse binmek zorundadır. Yaya ve savunmasızdır. Türkiye'de 100 tane Ağır Ceza Mahkemesi var. Ve biz bugüne dek bu mahkemelerin başkanlarına birer Renault tahsis etmeyi bile becerememişiz...
***
Yalnız Yaşar Öz davasında değil, bilindiği gibi Metin Göktepe ve Gazi Mahallesi davalarında da yargıçlar "baskı" gerekçesiyle davadan çekildiler. Üç davada da polisler yargılanıyor. Adalet Bakanı Sungurlu, "Eğer hakimlerin çekilmesi bir savsaklama ise bu Adalet Bakanlığı'nın el koyacağı bir husustur" diyor. Bir yargıç dostumuz telefonda... Şöyle konuşuyor:
- Davalardan çekilen yargıçlar, kendilerine baskı yapanın polisler olduğunu ima ediyor. Polisleri yargılandıkları davalara getirmek mümkün olmuyor. Sayın Adalet Bakanı'nın bunun hesabını hakimlerden önce İçişleri Bakanı'ndan sorması gerekmez mi?..

Trabzon'dan notuna "Hamsi Cemal" imzası atan okurumuz yazmakta:
- Mesut Yılmaz geçen hafta bizim buraya geldi. İki temel attı. Gitti iki temel de Rize'de attı. Döndü geldi maçı seyretti. Ertesi gün Van'a gitti. Orada da maç seyretti. İki günde 4 saat maç seyretmeye ayırdı. Trabzon'da tüccarın derdi var. Esnafın derdi var. Öğretmenin derdi var. İşçinin derdi var. Mimarın derdi var. Avukatın derdi var. Doktorun derdi var.
Maç seyretmeye 2 saat vakit ayıran Mesut Bey, ne Trabzon'da, ne de bildiğim kadarıyla Van'da kimsenin derdini dinlemeye vakit ayırdı. Ne işadamlarını dinledi, ne esnaf kuruluşlarının temsilcilerini, ne sendika başkanlarını, ne Baro yönetimini, ne Tabip Odası yöneticilerini... Dinlese yörenin sorunlarını öğreneceği gibi ülke sorunlarına çözüm ilhamları da alabilirdi. Başbakan'ın görevleri arasında bildiğim kadarıyla maç seyretmek bulunmuyor. Temel atma ve kurdele kesme işleri de görev değil, siyasi yatırım. Halkın nabzını tutmak, sesini dinlemek ve dertlerine çözüm bulmak ise Başbakan'ın asli görevi... Başbakan asli görevini neden yapmaz?
Hamsi Cemal'in sorusuna en iyi Mesut Yılmaz cevap verebilir. Söz onda...

Milletvekili dokunulmazlığının sınırlandırılmasıyla ilgili Anayasa değişikliği istemi, RP milletvekillerinin kesin tavır koyması, bazı DYP'li ve ANAP'lı milletvekillerinin de el altından RP'lilerle aynı doğrultuda oy kullanması sonucu reddedildi. Büyük demokrat, adil düzenci, ahlakçı RP'lilerin "ret" gerekçesi şuydu:
"Eğer milletvekili dokunulmazlığı sınırlandırılır da yargılanmaları kolaylaştırılırsa, iktidarın emrindeki savcılar, iktidarın hoşuna gitmeyen işler yapan bir milletvekilini sudan bir bahaneyle suçlayabilir...Bunun üzerine de iktidarın dümensuyundaki bir savcı, o milletvekili hakkında derhal bir soruşturma başlatır, dava açar. Dava, savcıyla aynı tiynetteki bir yargıca düşer...Sonra ver elini cezaevi!"
***
İlk bakışta çok da yabana atılamayacak bir iddia... Ama gerçekçi mi? Asla... Çünkü sözkonusu değişik sadece, ağır cezayı gerektiren suçlarda suçüstü hali ile zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, dolanlı iflas, kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarını kapsıyor... Bu suçlardan dolayı bir milletvekilinin sorguya çekilmesi ve yargılanması için Meclis kararı alınması zorunluluğunu ortadan kaldırıyor.
Yani... Sadece... Bir milletvekili hakkında doğrudan "dava açılabilmesini" sağlıyor. Ağır cezayı gerektiren suçlarda suçüstü hali veya Meclis kararı olmadıkça milletvekili "asla" tutuklanamıyor.
RP'lilerin, "Bir trafik suçu işlediğimiz iddiasıyla dahi gözaltına alınabileceğiz" iddiası açık ve basit bir çarpıtma...
Yargının iktidarın emrinde olduğu ve kendilerini sudan sebeplerle tutuklayıp mahkum edeceği yolundaki RP iddiasına en güzel yanıtı önceki gece televizyonda Altan Öymen verdi... Dedi ki:
"...Savcıya, yargıca, yargı mekanizmalarına güvenmiyorsunuz demek... ama bütün vatandaşlar, o güvenilmez dediğimiz savcıların ve yargıçların kontrolünde tutuluyor, onlar tarafından yargılanıyor, mahkum ediliyor. O zaman, biz kendimizi kurtarıyoruz; onları kim kurtaracak? "
RP'lierin söylemek isteyip de söyleyemedikleri mi? Galiba şu:
- Biz bu rejimi değiştirmek için çalışırken, bu rejimin bize sağladığı her türlü dokunulmazlık zırhından yararlanmak istiyoruz... Ayrıca Mercümek meselesi başta olmak üzere parasal konularda çok açığımız var. Okka altına gitmek istemiyoruz...





Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr