Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Melih AŞIK

Gerilim ve öfke insanlara hiçbir zaman başarı ve mutluluk getirmez. Sakin olan kazanır... Sakin olmalı, ama nasıl?..
Bu alanda uzman bir Avustralyalı yazar; Paul Wilson, bir dizi yararlı öğüt veriyor... Batı dünyasında hayli yankı yapan bu öğütleri sükunetle okuyalım; sakin olmaya çalışalım...
* Küçük meselelerle uykunuzu kaçırmayın. Bütün sorunları "küçük sorun" olarak görmeye çalışın.
* Endişeler genellikle gelecekle ilgilidir. Ve çoğu gerçekleşmez. Dikkatinizi bugüne verirseniz gelecek kendiliğinden düzelir.
* Mükemmel olmayı başkalarına bırakın, kendinizden memnun olmaya çalışın.
* Mazide olup bitenlere üzülmeyin. Mazi yoktur. O yalnız sizin kafanızdadır.
* Dokunmak stresi azaltır. Birilerinin size dokunmasına izin verin. En azından sebep yaratıp sık sık başkalarının elini sıkın.
* Başkalarına nazik davranın. Karşılık almasanız bile bu sizi sakinleştirecektir.
* Kendinize, sırf "üzülmek" için günde 5 - 10 dakika ayırın. Süre bittikten sonra kesinlikle birşeye üzülmeyin.
* Nikotin, kafein, çikolata, alkol gibi maddeler kesinlikle sakinleştirmez. Bunlara bir alternatif bulun. Bir bardak soğuk su en etkin sakinleştiricidir.
* Gözlerinizin dinlenmesi için uzaklara bakın... Gözleriniz dinlenince siz de sakinleşeceksiniz.
* Gülümsemek sakinleştirir.
* Nefes alışverişinizi yavaşlatırsanız sakinleşirsiniz.
* Televizyon, bilgisayar, florasan lambaları gerilimi arttırır. Deniz havası, tuzlu su ve dalgaların sesi gerilimi azaltır.
* Yaşadığınız her günün "cumartesi" olduğunu farzedin. Kendinizi "Şunu yapmam lazım!" gibi ödevlerle sıkıştırmayın. Hayatınıza saat sınırları koyup kendinizi telaşe memuru haline getirmek yerine, daha yumuşak bir program izleyin.
* Yumuşak bir ses kullanın. Sakin biri asla yüksek sesle konuşmaz...

Başbakan Mesut Yılmaz'ın Alman Başbakanı Helmut Kohl ile Bonn'da yaptığı görüşmeyi dünkü gazeteler birbirini andırır başlıklarla verdiler: "İstediğimizi aldık!", "Hedefe ulaştık!", "Bonn'da sıcak temas!.." vb...
Haberlerin özeti şu: Kohl, Türkiye'nin "Avrupa ülkesi" olduğunu "tescil" etmiş.. Hatta.. "tam üyelik" deyişini ilk kez telaffuz ederek, "Türkiye'nin müstakbel tam üyeliğini destekleyeceğiz!" diye konuşmuş... Bu noktadan hareketle... Avrupa Parlamentosu Komisyonu'nca "üyeliğe aday 11 ülke" arasında adı bile anılmayan Türkiye'nin "yeniden içeri alındığı" yorumları yapıldı gazetelerde...
Milliyet Bonn muhabiri Mehmet Aktan'ın bize aktardığına göre.. Yılmaz - Kohl görüşmesi Alman basınında da geniş yer tutmuş... Ancak hayli ihtiyatlı yorumlarla... Diyor ki Aktan:
- Kohl'
ün Türkiye'nin AB üyeliğinden yana tavır aldığını Alman basını da yazdı. Ancak bunun için bir tarih vermediği, desteğin uzun bir sürecin sonunda ve Türkiye'nin kendinden istenen şartları yerine getirmesi koşuluyla mümkün olacağı özellikle vurgulanıyor...
"Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği" konusunda Alman basında yer alan yorumlara örnek olarak.. aşağıdaki iki karikatürü iletiyor Mehmet Aktan... Biri Bonnen General Anzeiger'den, diğeri Kölner Stadtanzeiger gazetesinden...

Baltalimanı'ndan Sadi:
Rüyamda Amerikalı bilim adamı Adam Smith'le beraber Kanlıca'ya yoğurt yemeye gidiyorum. Boğaz'a nazır bir lokantada hem yoğurtlarımızı kaşıklıyor, hem de Türk kültürü üzerine sohbet ediyoruz...
"Siz Türkler aslında dünyanın en zeki ve çalışkan milletlerinden birisiniz" diyerek söze giriyor Smith... "Ama ne yazık ki, zekanızı ve enerjinizi hep birbirinizi yemek için sarfetmekten, kendi yapacaklarınızdan ziyade başkalarının yaptıklarını düşünmekten bir türlü kurtulamıyorsunuz..."
Başımla onaylıyorum. Devam ediyor bilim adamı: "Kıskançlık, çekememezlik, ayak kaydırma gibi gereksiz çabalar önünüzde önemli bir engel teşkil ediyor. İşin garibi, sizin yakın tarihinizde Kurtuluş Savaşı gibi muhteşem bir destan var. O zaman ki birbirinize kenetlenip çok daha güçlü ülkelere kafa tutmuşsunuz... Bu kadar kısa zamanda böylesine olumsuz bir dönüşümü nasıl oldu da becerdiniz?.. Hayret doğrusu!.."
Kaşığımla yoğurt kasemin dibini temizliyorum. "Basit Mr. Smith!.." diyorum, "bizdeki politikacıların halkı koyun sürüsü gibi görme alışkanlığı yüzünden..."
Bu tezime bir espriyle katılıyor Amerikalı; "Galiba haklısın Sadi!" diyor; "Türkiye'nin son 30 küsur yılına damgasını vuran siyaset adamı çoban kökenliydi netekim..."
Biraz gülüştükten sonra tekrar ciddileşiyoruz. "Aşırı nüfus artışıyla birlikte ülke kaynaklarının sadece mutlu bir azınlık yararına kullanılması toplumda bireyciliği ve çıkarcılığı yaygınlaştırdı, devlet katına kadar sıçramasına yol açtı" diyorum. "Başta politikacılar olmak üzere herkesin kendi paçasını kurtarma çalışmaları, bugün gelinen noktada kanun bile tanımıyor..."
Bir süre Boğaz'dan geçen gemileri izliyoruz. Ardından "Doğru söyledin" diyor Adam, "O kadar bencil, o kadar birbirinize güvenmez oldunuz ki, yakında bazı kişiler korumalarını bile yabancı uyruklulardan seçerse hiç şaşmam..."
YORUMU: Eskiden "Tanrı Türkü Korusun" diye bir slogan vardı Sadi... O dönemler geride kaldı. Şimdi Türkler'i korumalar koruyor. İyi de... Biz bu durumlara düşecek ulus muyduk koçum?..



Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr