Hülya Avşar televizyondaki programında Küçük İbo'yu kucağına almış. Manzarayı gören aileden sorumlu Devlet Bakanı Işılay Saygın da Hülya Avşar için "soytarı" demiş. Bu yüzden çıkan kavga büyüyor.
Hülya Avşar bakanı sanata hakaret etmekle suçluyor. Bakan'ı mahkemeye vereceğini söylüyor. Bakan'ın sözü yakışıksız. Hülya Avşar o konuda haklı. Ancak meselenin başka yönleri de var... Hülya Hanım iyi bir sinema oyuncusudur. Ancak yaptığı programın sanat olduğunu söylemek güç. Kendi söylüyor kendi gülüyor. Dramatik olan ise iki hanımın kavgası değil, küçük çocukların birer medya yıldızı olarak parlatalıp sabah akşam televizyonlarda reyting aracı olarak kullanılmasıdır... Bu çocukların ruhsal gelişme sorunları bir dert. Diğer çocukların sahneye özendirilmesi bir başka dert.
Psikolog Nur Yaycıoğlu diyor ki:
- Sanatta, sporda, satrançta, bilimde, araştırmada boylarından büyük başarı kazanan yüzlerce çocuğumuz var. Nedense medya bu çocuklarımızı ekrana çıkartarak diğer çocukları bu özlü konulara yönlendirmiyor. Bunun yerine çocukları sahnelerde şarkı söyleyerek, şov yaparak ünlü olmaya özendiriyor. Yanlış yönlendiriyor. Üzerinde esas durulması gereken budur...
Tespite biz de katılıyoruz...
Ekonomi Refah'lıların müjdelediği gibi tıkırında mı? Bütçe denkse, faizler düşüyorsa neden enflasyon düşmüyor, neden Türkiye'nin dış kredi notu kırılıyor? Arkadaşımız Fahrettin Fidan'ın bu meraklarla yönelttiği sorulara Profesör Korkut Boratav, önce "Bunlar ciddiye alınmaz" yanıtını veriyor. Peşinden anlatıyor:
- Bunlar, geçen yılın son aylarında, 1997 yılı içinde faiz ve ana para borçlarını ödememek için, 1998'e sarkan borçlanma yaptılar. Örneğin, 1997 içinde ödenmesi gereken borç 100 ise, bunlar 30'unu ödüyorlar.
Para bulmak için her yolu denediler, döviz topladılar. Örneğin, bedelsiz ithalat diye birşey çıkardılar. Havuz sistemi, uygulayacağız diye KİT'lerin kaynak yaratma alanlarını yok ettiler, kaynaklarını Hazine'ye aktardılar. Kamu bankalarının, özellikle de Ziraat Bankası'nın mevduatına yasaları çiğneyerek el koydular. Merkez Bankası kaynaklarını gaspettiler. Bütün bunlardan amaç tekti; 1997'yi ve kendi Başbakanlık'ları dönemini kurtarmak. Ama bunlar kalıcı çözüm değildir, gelecek yılın ve yılların mezarını kazmaktır.
- Hergün bir yenisi açılan kaynak paketlerine ne diyeceksiniz?
- Bunların kaynak dediği şey borçlanmadır. İç borçlanmada, dövizli borçlanmaya gidiyorlar ki, bunun sonu çok kötü bitecek. Kamu bankalarını yıkarak Hazine'yi rahatlatıyorlar. Ama o da şimdilik...Gidin, Ziraat Bankası'na, Hazine'yi nasıl destekliyorsunuz, diye sorun bakalım, ne yanıt alacaksınız? Yanıt veremezler, çünkü ortada tam bir suç var.
- Ya denk bütçe?
- Ortada denk bütçe diye birşey yok, rezalet vardır. Size kendi fakültemden bir örnek vereyim. Bizim bir dil okulumuz var. Geçen yıllarda kiraladığımız bir binada faaliyet gösteriyordu, şimdi kapanma tehlikesiyle karşı karşıya...Çünkü devlet para vermediği için iki aydır kirasını ödeyemiyoruz ve mal sahibi tahliye davası açtı.
Babıali'nin emektarlarından biri daha ayrıldı aramızdan... Bir devrin en ünlü foto muhabirlerinden Rüçhan Arıkan, muzip ve esprili onlarca anıyı dostlarına bırakıp, ebediyete geçiş yaptı... Yaşamasını seven, iyi giyinen, mesleğinde başarılı bir gazeteciydi Arıkan... Canı İskender kebap istediğinde günübirlik Bursa'ya giden, lüfer yemek istediğinde kameramanlık yaptığı Beyrut'tan İstanbul'a gelmeye üşenmeyen bir keyif adamı... Geliniz Arıkan'ın bir anısını, uzun yıllar beraber çalıştığı gazeteci Necati Zincirkıran'dan dinleyelim:
"1950'li yılların başları... O benim çok yakın arkadaşım ve her zaman işlere birlikte gitmeyi tercih ettiğim fotomuhabirimdi. Fransızca ve İngilizce bildiği için yabancı fotoğraf dergilerini ve kitaplarını okur, bilgisini sürekli geliştirir, kamerasını çok iyi kullanırdı.
Bir gün ülkemize ziyarete gelen İngiltere Kraliçesi'ni karşılamak için birlikte havaalanına gittik. Kraliçenin kocası Prens Philip "kıl" bir adamdır. Özellikle kameramanlar ve fotoğrafçılarla hiç geçinemez. Rüçhan resim çekerken adamın ayağına basmış galiba. O da dönüp Rüçhan'a kötü birşeyler söylemiş ve ayak bileğine tekme atmıştı. Bizim Rüçhan, o tekmenin acısıyla adamın kıçına herkesin gözü önünde bir vole sallamaz mı?..
- Eyvah, dedik kendi aramızda.. Şimdi skandal çıkacak!..
Prens Philip bir anda geri dönüp Rüçhan'a sunturlu bir küfür daha savurdu; eliyle de, "Sana gösteririm!" gibi bir tavır koydu. Rüçhan ise hiç umursamamış; karşılık olarak başını sallayıp, "Ohh yaa!.." diyordu...
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024