Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İSKİ iltihabını ihanete uğrayan bir kadın, Nurdan Erbuğ patlatmıştı... Tarikat örtüsü altındaki iltiabı da ihanete uğrayan kadınlar Fadima Şahin ve Emire Kalkancı deştiler... Son olarak RP'nin Ali Kalkancı ile içli dışlı olduğu, İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ali Kalkancı'ya belediyenin gömlek ve un ihalelerini verdiği, kaçak benzin istasyonuna göz yumduğu ortaya çıktı. Dün gelen okur faksları iki ana soruda birleşiyordu:
" Acaba bu tür ikramlar ne karşılığı yapılıyor? Daha başka kimlere bu tür ikramlar sağlandı?"
Bu soruların yanıtını araştırmak tabii en başta muhalefet partilerine düşüyor. Bakalım uyanacaklar mı?

Dün gece, özel bir televizyon kanalının, "Bir lokma pasta için" altyazısı eşliğinde Diyarbakır'dan verdiği dehşet verici açlık görüntüsü Türkiye'yi ayağa kaldırdı. Diyarbakır'da, bir pastanenin vitrinini içi giderek seyreden 6 yaşındaki Oğulcan Oburcan adlı çocuğun bu duruma nasıl düştüğünün araştırılması için verilen Meclis Araştırması önergesi ise öncelikli olarak gündeme alınacak. 550 milletvekilinin imzasını taşıyan önergeyle ilgili bir basın toplantısı düzenleyen DYP Bursa milletvekili Cavit Çağlar, ekrandaki görüntünün Türkiye için utanılacak bir görüntü olduğunu belirterek şöyle dedi:
"Aileden Sorumlu Devlet, Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlarımızın, görüntü henüz yayınlanırken istifa etmiş olmaları yeterli değildir. Bize göre en başta gelen sorumlu Başbakan'dır ve onun da istifası şarttır."
Çağlar, bir gazetecinin, "Çocuğun annesi, oğlunun sorununun açlık değil, oburluk ve açgözlülük, altı yaşında olmasına rağmen kilosunun 50 olmasını da bunun en somut kanıtı olarak söylüyor ama" şeklindeki sorusuna şu yanıtı verdi:
"Diyelim ki annenin sözleri doğru...Peki, açgözlülük ve oburluk da bir sorun değil mi? Nerede bu sorunu daha önceden tesbit etmeyen devlet? Nerede iş bu noktaya gelinceye kadar hiçbir şeyi farketmeyen millet? Önergemizde israrlıyız."
***
Başbakan Necmettin Erbakan, 1996 Nobel Ödülü kazanan bilim, kültür ve sanat adamlarımıza Başbakanlık Konutu'nda yemek verdi. Erbakan, yemekte yaptığı konuşmada, geçtiğimiz yıllarda her yıl ortalama 15 Nobel Ödülü kazanan Türkiye'nin, bu yıl ilk kez 8 ödülle yetinmek zorunda kalmasına dikkat çekerek şöyle dedi:
"Bu 8 ödülden 3 tanesini halen kabinemizde görev yapan üç bakanımızın aldığı düşünülürse, geriye sizlerin kazandığı 5 ödül kalıyor ki, 100 küsur bin bilim adamı bulunan bir ülke için hiç de hoş olmayan bir sonuçtur bu...1997'de dağıtılacak toplam 20 Nobel Ödülü'nden hiç olmazsa 15'i almazsanız ortada ne hükümet kalır, ne de siz...Lütfen bu gerçeği görünüz ve ona göre davranınız."
"slam Ülkelerinde Kadının Ezilmişliğinin Sosyo-Politik Nedenleri" konulu yapıtıyla Sosyal Bilimler Dalında Nobel Ödülü kazanan Dr. Şevki Yılmaz da yemekte yaptığı konuşmada Başbakan Erbakan' ı yanıtladı. Yılmaz' ın, Başbakan Erbakan' dan, bilim adamlarını eleştirirken kendi kabinesine de bakmasını ve geçmiş yıllarda ortalama 4-5 ödül kazanan bakanların sayısının bu yıl niye üçe düştüğünü irdelemesini istediği öğrenildi.

Ankara'dan Şinasi:
- Rüyamda Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenciyim. O günkü dersimiz, "Az Gelişmiş Ülkelerde Toplum Yapısı"... Hocamız "Üçgenler" konusunu anlatıyor bize... "Arkadaşlar" diyor, "bugün Türkiye'de yaşanan olaylar aslında para, kadın ve makam tutkularının oluşturduğu bir üçgenin kenarlarında gezinmektedir. Ana üçgen budur... Diğerlerini tali üçgenler olarak algılamak gerekiyor. İşte bu ana üçgenin içine sıkışan işçi, köylü, memur, öğrenci gibi kesimler zaman zaman yaptıkları gösterilerle bazı kenarları zorlasalar da başarılı olamıyorlar. Çünkü ellerinden tutan yok... Bu noktada soruyorum... Bana asıl üçgenden güncel örnekler verebilir misiniz? Parmak kaldırıyorum. "Makam köşesinde Erbakan... Para köşesinde Çiller... Kadın köşesinde Müslüm Gündüz..." Bütün sınıf beni alkışlıyor. Gaza gelip "Peki Hoca, bu ülke ne zaman akıl, namus ve onur üçgeninin içine sıkışacak?" diye soruyorum. Yanıtı duyamadan uyanıyorum...
YORUM: Duyamadığınız yanıtı biz verelim: Bunca rezalete rağmen hala zevkten dört köşe olanlar utanmaya başladıkları zaman...
Acıbadem'den Adem:
- Rüyamda bir oğlum oluyor ve adını Christopher koyuyorum. Ama Nüfus İdaresi bu ismi kabul etmiyor. İdare'yi derhal mahkemye veriyorum. Duruşma günü Hakim "Davacı Adem Isırgan... Oğlunuza neden Christopher adını vermek istiyorsunuz?" diye soruyor. "Anlatayım Hakim Bey" diyorum. "Biliyorsunuz son yıllarda bizim güzel Türkçe'nin içine edildi. Batılı olmayı oralardaki kurum ve kuralları ülkemize getirerek gerçekleştirmek yerine her zamanki kolaycılığımızla dükkan isimlerini İngilizce ve Fransızcaya çevirerek gerçekleştirebileceğimizi sanmak aslında bana çok ters geliyor. Hadi bu yabancı sözcükleri kullananlar o yabancı dili iyi konuşuyor olsalar, gam yemeyeceğim... Yeni doğan oğluma Christopher ismini vermek işte bu çarpıklığı protesto etmek içindi. Şimdi huzurunuzda açıklıyorum. Davadan vazgeçtim ve oğluma Abdullah adını verdim..."
YORUMU: Türkçe'den umudu kesmiş olabilirsiniz. Ama Türkiye'den umudu kesmeyin...