Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gözaltında öldürülen meslektaşımız Metin Göktepe'nin davasına dün Afyon'da devam edildi. Arkadışımız Aydın Arıcıoğlu dava öncesi müdahil avukatlardan Kamil Tekil Süreç ile konuştu:
- Bugünkü duruşmaya sanık polislerin de getirilip getirilmeyeceği konusunda bir fikriniz var mı?
- Geleceklerini sanmıyorum. Cinayetle suçlanan on sanık polis, 24 Ocak'ta Eyüp'te talimatla ifade verdi. Buraya gelmemek için gidip orada ifade verdiler. O yüzden buraya geleceklerini sanmıyorum.
- Size sanıkların Eyüp'te verdikleri ifadeler ulaştı mı?
- Hayır bize haber vermeden ifadeleri alındı ve bu ifadeleri gizlice zabıtlardan fotokopisini çekerek aldık. Bu ifadelerden açıkça gördüğümüz şu, hakim, kendilerine herhangi bir soru sormamış, "Ne isterseniz anlatın" gibi bir tavır takınmış. Polisler de "Olayla bir ilgilerinin olmadığı" yönünde ifade vermişler. Tabii bu şekilde ifade verilmesi gerçeği ortaya çıkarmayacak. Gerçek, ancak sorular sorarak, tanık yüzleştirmeleri yaparak ortaya çıkarılabilir. Altı yedi tane tanık var, görürsek polisleri tanırız diyorlar. Onların yüzleştirilmeleri lazım. Cinayet ciddi bir suçlamadır. Cinayet sanıklarının mahkeme huzurunda ifade vermeleri gerekir. Bugünkü duruşmada sanıkların, İstanbul - Eyüp'te talimatla alınan ifadelerinin kabul edilmemesini, duruşmaya getirilerek yeniden ifadelerinin alınmasını isteyeceğiz.
- Cinayet suçlaması değişik bir durum herhalde...
- Cinayet suçunun cezası 24 yıldan başlar. Hukuk uygulamasında cinayetle suçlanıp da tutuksuz yargılanan sanık pek görülmemiştir. Bunu ölümle sonuçlanan trafik kazalarında bile insanlar 2 - 3 ay tutuklu kalıyorlar. Bunun en son örneği Susurluk Kazası'nda adı geçen kamyon şoförüdür. Ama bizim davamızda sanık polisler, tutuklanmamaları bir yana, olayın üzerinden bir sene geçmiş olmasına rağmen bir tek hakimin yüzünü bile görmemişlerdir.
Dök, dök, yeee... Çok tanınmış bir ketçap markasının bu reklam spotunu anımsamışsınızdır herhalde? Peki, batan geminin malları, kafasıyla ölmüş eşek fiyatına özelleştirilen KİT'ler için benzer slogan ne olabilir diye hiç düşündünüz mü? DSP İstanbul milletvekili Prof. Nami Çağan düşünmüş ve bulmuş:
"Sat, sat, yeeee"
Biz bize benzeriz... Mısır da bize benzer. Bu ülkede son günlerin en önemli tartışmasını Amerikan CNN televizyonunda izledik... Tartışmanın kahramanı Mısır'ın en ünlü dansözü Daliah Fuad... Ünlü dansöz Ramazanda fakirlere iftarlık dağıtıyormuş. (Pek de yabancısı olmadığımız) kimileri tutturmuş "Göbek dansından kazanılmış paralarla oruç açanlar günaha giriyorlar" diyorlar... Kimileri bu yargıyı yobazlık olarak niteliyor. Bayan Fuad evinde yapılan röportajda kendisinin de müslüman olduğunu, parayı emeğiyle kazandığını, her müslüman gibi fakirlere yardım yapmaya hakkı olduğunu savunuyor. Ama karşısındakileri ikna edemiyor. Mısır basını şu günlerde sütunlarını bu tartışmaya ayırıyor. Bir curcunadır gidiyor.
Gelişmekte olan ülkeler bu tür, kendi sorunlarıyla ilgisiz tartışmalarla vakit öldürürken... Gelişmiş ülkeler sanayide, bilimde, tıpta, uzay araştırmalarında, üretimde yol alıyor... Aradaki fark açılıyor. Sömürü katmerleşiyor. "Gelişmiş ülke" artık "vaktini gelişmiş tartışmalara ayıran ülke" olarak tanımlanıyor. Gelişmemiş ülke tanımına ise kıymetli vaktini "abesle iştigal" e ayıranlar giriyor...
Meslekdaşımız Nihal Alp geçenlerde pasaportunu kaybetti. Önceki gün Meclis kulisinde milletvekilleriyle sohbet ederken, bu konuyu açınca, bir milletvekili hemen akıl verdi kendisine:
-Susurluk Komisyonu'na başvurun Nihal Hanım, pasaportunuz mutlaka oradadır!
Tam bu sırada Susurluk Komisyonu Başkanı RP'li Mehmet Elkatmış oradan geçmesin mi? Bizim Nihal hemen Elkatmış' a doğru seyirtti, durumu anlattı ve sordu:
-Pasaportum sizde olabilir mi acaba efendim?
Elkatmış soruyu yanıtlarken araya espri de kattı:
-Yeşilse mutlaka bizdedir!
Aşağıdaki faks mesajı dün Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna' ya geldi. Okuyoruz:
Sayın Yıldırım Aktuna
T.C Sağlık Bakanı
ANKARA
Atatürk ilkelerini, devrimlerini, Cumhuriyetin temel yasalarını savunma yönündeki kararlılığınız nedeniyle sizi yürekten kutlarım.
Ah bir de şu hesapsız kitapsız kumarbaz anlayışıyla uygulanan "ÖZELLEŞTİRME" ye karşı çıksanız; şimdiye kadar memuru olmaktan nefret ettiğim bakanlığınızla ilk kez gurur duyacağımı, daha bir coşkuyla çalışacağımı arzederim.
Not: Maaş artışı bile umurumda değil. Saygılarımla.
Op. Dr. Celal Kılıç
Acil Yardım ve Travmatoloji Hastanesi
Beyin Cerrahi Klinik Şefi
ANKARA
Şehir Tiyatroları'nın Kadıköy "Haldun Taner sahnesi"nde ilginç bir oyun sahneleniyor: Koca Sinan... Oyun Süleymaniye Camii'nin yapımı sırasında Kanuni Sultan Süleyman ve çevresi ile Mimar Sinan arasındaki ilişkileri, çekişmeleri konu alıyor. Oyunun bir yerinde İran Şahı Tahmas'ın elçisi Kanuni'nin huzuruna çıkıyor, Şah'ın gönderdiği kıymetli taşları biraz da küçümser ifadeyle Padişah'a teslim ediyor. Neden küçümser ifadeyle? Çünkü Mimar Sinan, Süleymaniye'nin temelini atıp duvarlarını çıktıktan sonra kubbeyi oturtmak için temelin oturmasını beklemeye başlamış, bu bekleyiş 7 yıl sürmüş, İran Şahı Osmanlı Devleti'nin Cami'yi parasızlıktan bitiremediği zannıyla yardıma kalkışmıştır.
Kanuni yardımı teşekkürle kabul eder, peşinden Sinan'a dönerek:
- Bu taşlar camide kullandıklarından daha değerli değil, der, al bunları harcın içine kat...
Bu taşların Süleymaniye'nin Haliç'e bakan minaresindeki taşların arasına ezilerek karıştırıldığı, o yüzden minarenin gün batımlarında parıltılar neşrettiği söylenir.
Osmanlı'nın İran'a bakışı neredeee, bugün kendilerini Osmanlı'nın devamı yerine koyanların İran'dan medet uman eziklikleri nerede? Oyunu izleyenler aradaki farkı da görüyor...