Aydın Boysan dostumuz şöyle bir not göndermiş:
"Cumartesi günü Lütfü Kırdar Kongre salonunda bir Eğitim sempozyumuna katıldım. Tınaz Titiz, Bozkurt Güvenç ve Bakan Mehmet Sağlam'ın konuşmalarını dinledim...
Milli Eğitim Bakanı konuşmasında imam hatip okullarıyla, liselerin müfredat programlarında sadece iki ders farkı olduğunu, bunların da seçme ders olduğunu söyledi..
Nasıl olur ? O takdirde "imam hatip okulları"nın adını değiştirip "lise" demek ya da liselere imam hatip okulu demek gerekmez mi?"
***
Kelime oyunları yaparak kafaları karıştırmayı sanat haline getiren Mehmet Sağlam 'ın sözlerine çok dikkat etmek gerekiyor. Mehmet Bey son günlerde ani bir manevrayla
- 8 yılık temel eğitime önümüzdeki Eylül'de geçebiliriz
demeye başladı. Eylül'e kadar neden bekleniyor? Hemen harekete geçmek gerekmez mi? Gibi sorular arasında bir dostumuz küçük bir hatırlatma yaptı:
- Kuvvet komutanları Ağustos'ta emekli oluyor... Mehmet Bey'in derdi Ağustos'a kadar vaziyeti idare etmek... Sonrası Allah Kerim diye düşünüyor...
Mehmet Bey'e çok dikkat edin... Kelime oyununu seviyor...
İki akşam kadar önce...Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel, NTV televizyonunda tatlı tatlı anlatıyor:
"...Polisimizin eğitimi bizim için çok önemlidir. Bu alanda yeni yeni projelerimiz var. Örneğin, çok yakında üniversitelerimizle sıkı bir işbirliğine girişeceğiz. İnsan Hakları Kürsüleri'nden hocalar getirtip seminerler verdireceğiz, vs."
Derken görüntüye İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal geliyor. Birdal, müstehzi bir edayla önce acı acı gülümsüyor, sonra şu ilginç örneği anlatıyor:
"Bu dedikleri tür seminere davet edilen bir hocayı biliyorum. Polis Akademisi'ndeki ilk dersinde, anlattığı şeyler yüzünden öğrenciler tarafından, polis düşmanı ilan edildi, hoca da bunun üzerine sözleşmesini feshedip ders vermekten vazgeçti."
İnanması güç bir iddia... Olayı bir de biz soruyoruz Birdal' a... Anlatıyor:
- SBF'den (adı bizde saklı) bir profesör arkadaşımız ders vermeye gitmiş. İlk dersinde insan haklarını, bu hakların kutsallığını ve hangi ulusal, uluslararası hukuk düzenlemeleriyle güvence altına alındığını anlatıyormuş. Ve burada da polisin bazı tavırlarını eleştiren bir iki söz söylemiş. Ortalık birden karışmış. Hocamız, bakmış ki neredeyse hakarete varan eleştirilerle karşı karşıya ve polis düşmanı diye suçlanıyor...Sınıfı terketmiş ve istifasını basmış.
- Size göre bu tepkinin nedeni...
- Teori ve pratik çatışması! Polisler meslek yaşamlarında, vatandaşa kötü muamele eden, işkence yapan arkadaşlarının kınanmadığını, cezalandırılmadığını, hatta tam tersi, ödüllendirildiğini görüyor, yaşıyor. Gerçek durum buyken, biri çıkıyor, bu tür davranışların yanlış ve suç olduğunu söylüyor. Ve üstelik polisin beyni, işkence iddialarının hep vatan - millet ve polis düşmanlarından geldiği iddialarıyla yıkanmış durumda...Böyle olunca da hem "insan hakları" dersi verecek hoca bulmak ve hem bu derslerde asayişi sağlamak mesele oluyor...
İstanbul'umuz neden 2004 olimpiyatına aday kentler arasından çıkartıldı, diye üzülmeyin... Biz de "olimpiyaz" yaparız... Yani olimpiyatın köfteli ve piyazlısını yaparız. Canımız hangi dalda istiyorsa o dalda yarışırız. Örneğin var mı şu aşağıdaki dallarda bizimle yarışan...
Parksız, bahçesiz, altyapısız mahalle kurma yarışı
En süratli kaçak kat çıkma yarışı,
Otomobille yayaya çamur sıçratma yarışı
Kaldırımsız caddede kalçadan çarpılmadan yürüme yarışı
Kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçme yarışı
Turiste zorla mal satma yarışı...
Her türlü hesapta kazık atma yarışı...
Vesaire, vesaire...
Olimpiyatlara gelince...
Allah'tan bizi elediler de ... Ele güne bir kez daha rezil olmadık.
Böyle bir kentte olimpiyat yapılır mı? Dört bir yanı belediyeler tarafından rüşvet karşılığı satılmış, apart kondu ormanına dönüştürülmüş, kaldırımı olmayan, olanları da işgal altında bulunan, önceliğin insanlara değil araçlara verildiği, başta camiler olmak üzere tarihi eserlerin kendi haline terkedildiği, taksinin - lokantanın denetlenmediği, şoförlerin adres bilmediği, turiste kazık atmanın sevap sayıldığı, bir yerden bir yere gitmenin mesele olduğu, estetiğin yasaklandığı bir kentte olimpiyat yapılır mı? Yoksa olimpiyaz mı yapılır?
Eskişehir'de "pancar mitingi" nde göze çarpan pankartlar:
"Dört kadınla evlilik değil; paramızı istiyoruz!.."
"Yüce Atatürk, efendi dediğin köylünün halini gör!.."
Pankartların altında derin çizgili yüzleriyle 10 bin üretici yürüyor... Soruluyor:
- Derdin ne hemşerim?
- 1996 yılında üretip devlete sattığımız şeker pancarının parasını alamadık. Daha ne olsun?..
Lafta "fazla" veren bütçe sıra çiftçiye borç ödemeye gelince çorak bir manzara alıyor... Ziraat Odası Eskişehir Şube Başkanı İsmail Büyüksarı konuşuyor:
- 1996'da şeker pancarına 4 bin 400 lira taban fiyatı verdiler. Mazotun litresi o gün 20 bin liraydı, bugün 60 bin liranın üzerinde.. Yani çiftçinin alacağı paranın üçte ikisi durduk yerde eridi. Alacaklar şimdi ödense dahi ekim mevsiminin masraflarını karşılamaya yetmeyecek. Bu arada... Ülkenin pancar üreticisi geçen yılın parasını alamamışken, hükümet şeker ithalatı yaparak başka ülkelerin çiftçisine döviz aktarmakta sakınca görmüyor. Resmi kayıtlara bakılırsa, 400 - 600 bin ton civarında şeker ithal edilmiş... İthal şeker, çiftçiyi zor durumda bırakmakla kalmıyor, şeker sanayiini de krize sokuyor...
Denk bütçe şampiyonlarının iktidarında şeker üreticisinin durumu görüldüğü gibi şeker renk...