Melih AŞIK
Susurluk davasında ifade veren
Meral Çatlı, eşi
Abdullah Çatlı'nın devlet hesabına çalıştığını, 1980'de yurt dışına çıktığını, kendisine 1982'de ASALA ile mücadele görevi verildiğini söyledi.
Çatlı, Abdi İpekçi cinayetinin kilit isimlerindendi.
Ağca'yı evinde saklamış, yurt dışına kaçmasına yardımcı olmuştu.
Çatlı'nın devlet görevlisi olduğunun bir kez daha dile getirilmesi... Gerçeği bir kez daha doğruladı:
Abdi İpekçi'yi öldürten devlettir. Daha doğrusu devletin içindeki bazı birimler.
Alpaslan Türkeş ölümünden birkaç ay önce Kanal 7'de
Zahit Akman'la konuşurken 12 Eylül öncesinde ülkücü liderleri MİT'in kullandığını söylemişti.
Çatlı - MİT ilişkisi Susurluk Komisyonu'nda da dile getirildi.
Çatlı, MİT içindeki bazı birimler tarafından yönlendiriliyordu.
MİT de tabii CİA tarafından...
Sabahattin Savaşman'ın anılarını okuyanlar MİT ile CİA'nın yapışık kardeş gibi çalıştığını örnekleriyle göreceklerdir.
CİA - MİT işbirliği bir siyasi ve adi cinayetler fırtınası yaratarak 12 Eylül'e suni gerekçe hazırlamıştı. Darbenin uzun dönemli amacı Türkiye'nin temel taşlarını yerinden oynatmak, Cumhuriyet'i yozlaştırmak, dışa bağımlı bir yapılanmayı sağlamaktı.
Yani ülkeyi bugünlere getirmek...
Misyon başarıyla tamamlandı.
Türkiye'yi bugünkü siyasi ve ekonomik bataklığın içine sokan senaryonun sahibi ABD, 12 Eylül öncesinde
Çatlı ve arkadaşlarını kullanmıştı. 12 Eylül sonrasında da
Evren ve
Özal'ı kullandı. ABD bu senaryoda rol alanları ülkesini ve milletini çok seven isimler olarak halka selamlatmayı da biliyor. Bize diyecek birşey kalmıyor.
CHP'nin 1966 Kurultayı... Hani o
Bülent Ecevit'in Genel Sekreterliğe seçildiği ünlü Kurultay... İşte o Kurultay'da, birbirinden heyecanlı konuşmaların ardından kürsüye Rize İl Başkanı
Osman Çalışkan çıkıyor... Ateşli bir konuşma yapıyor...
O kadar güzel konuşuyor ki...
İsmet Paşa derhal yanındakilerle haber gönderiyor:
- Bu akşam onu Pembe Köşk'te yemeğe bekliyorum...
Osman Çalışkan'da bir telaş... Bir heyecan...
- Yahu ben bu akşam ne yapacağum? İsmet Paşa ile nasıl yemek yiyeceğum?..
diye diye akşam Pembe Köşk'ün yolunu tutuyor. Masa hazırlanmış. Bir ucunda
İsmet Paşa oturuyor. Diğer uçta o günlerde henüz genç bir avukat olan
Osman Çalışkan... Garsonlar önce bardakları dolduruyor. Bir bardak su.. Yarım bardak rakı...
Osman Çalışkan ağır ağır rakı bardağını eline alıyor. Ve bir dikişte içiyor.
İsmet Paşa'nın gözleri bu manzara karşısında faltaşı gibi açılıyor:
- Osman Bey bu ne biçim içmek yahu?..
Osman Çalışkan gözleri çakmak çakmak, kendini savunuyor:
- Sen hiç İsmet Paşa'yla rakı içtin mi Paşam?..
Öyküyü o Kurultay'a Gümüşhane delegesi olarak katılmış olan Avukat
Fuat Akkoyunlu, "Bu tarihi nüktenin kayda geçmesi gerekir" diyerek anlattı...
Sinemaya onunla aynı yıllarda başlayıp
"yıldız"laşan nice oyuncu, beyazperdenin beyaz derinliğinde kaybolup gitti... O ise hala var... Sinemalarda
"Nihavent Mucize" adlı filmi gösteriliyor.
Atilla Dorsay'ın yazdığı
"Sümbül Sokağın Tutsak Kadını" başlıklı yaşam öyküsü de kitapçı vitrinlerinde...
Birçok sanatçıyı sevip sayıyoruz... Ama tanımıyoruz...
Türkan Şoray kimdir?.. Yaşam sırrı nedir?.. Ünlü yıldızı tanımak isteyenlere
Atilla Dorsay'ın kitabını okumalarını salık veriyoruz... Ve aşağıda Pimapen Kültür Evi'nde düzenlenen
"Türkan Şoray Paneli" nde
"üç aşığı"nın ağzından O'nun öyküsünü dinliyoruz:
ATİLLA DORSAY: "Toplumumuzun yaşadığı kolektif çılgınlık içinde Türkan Şoray, bu gidişata ters düşer biçimde bazı temel değerleri hep korudu. Onu
"erdem", "edep", "ar" "haya" gibi sözcüklere, bugünlerde anlamını iyice yitiren
"tevazu" kavramına çok yakıştırıyorum. Hala çok utangaç olduğu için, kalabalıklar önünde elleri titrediği için çok seviyorum onu. Kendinden son derece emin,
"yırtık" bir takım kadınların hak etmedikleri kadar ünlü oldukları bir dünyada
Türkan Şoray, hep geri planda kaldı. Başkalarının başvurduğu ucuzluklara, özel hayatının her aşamasını sergilemeye, evlilikten doğumuna herşeyi medya önünde yapmak gibi hafifliklere kat'iyen kapılmadı.
ATIF YILMAZ: "Türkan'ın hala sinema yapıyor olmasının farklı bir nedeni olmalı. Sinemamızda eskiden birtakım
"kalıp"lar ve buna bağlı
"prototip"ler vardı. Sözgelimi
Fatma Girik "erkek kadın"ı oynardı.
Hülya Koçyiğit "ezilen" ama
"cinsiyeti olmayan" kadını, mesela Filiz Akın da
"Burjuva - kolejli kız"ı oynardı.
Türkan'ın avantajı şu oldu: O hem
"ezilen kadın"dı, hem de
"cinsel cazibesi" vardı. Bu
"cazibe" sayesinde (kadın seyircinin yanında) erkek seyirciyi de sinemaya çekmeyi başardı. Ayrıca değişen topluma akıllıca ayak uydurmayı becerebildi. O eski
"Şoray kanun"ları,
"Mine" filmiyle birlikte yıkıldı. Ve Türkan,
Cihan Ünal'ın yakasına yapışıp,
"Benimle yatmayacak mısın?" diyebilen, karakter derinliğine sahip kadını oynamaya başladı.
SELİM İLERİ: Kendimi bildim bileli çok iyi bir Türk sineması seyircisi olmama rağmen, doğruyu söylemek gerekirse ben bir
"Türkan Şoraycı" değil,
"Hülya Koçyiğitçi" idim.
Şoray'ı biraz da ucuz filmler yapan bir insan olarak düşünürdüm. Sonraları anladım ki; entelektüellik vehmi içinde kendisini küçümsediğimiz dönemlerde
Şoray, ciddi bir sosyolojik olayın temsilcisi imiş. Her biri
"Külkedisi" masalı olan filmleriyle ev kadınlarının tekdüze - bıktırıcı dünyalarına büyük bir hayal zenginliği katıyor,
"rüyalardaki kadın" olabiliyordu. Aynı şey
Hülya Koçyiğit için de söz konusudur, ama
Koçyiğit "realite"ye daha çabuk geçti.
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr