Geçen yüzyılda sömürge ülkelerine giden Batılı zenginler peşlerine takılan sefalet içindeki çoluk çocuğun üzerine bir avuç bozuk para fırlatır, paraları kapmak için onların birbiri yemesini tiyatro keyfi içinde seyrederlermiş. Bizde de benzer bir Ramazan eğlencesi icad oldu. Falanca zengin, üç beş kuruş verip bir kamyonet ekmek alıyor, fakir semte gönderip dağıttırıyor. Akşam da ekran başına oturup yüzlerce zavallının bir ekmek için birbirini yemesini izliyor. Hem de milyonlara izlettiriyor.
Diyarbakır'dan sonra Mersin ve İzmir'de aynı sahneler yaşandı.
Çocuklar ve kadınlar "bir ekmek" için az daha birbirini öldürüyordu.
İnsanlar bu kadar mı aç?
Bir dostumuz "bir ekmek için" meydana gelen öldüresiye kavganın sebebinin açlıktan başka birşey olduğunu söyledi dün. Dedi ki:
- Bu insanların korkusu bir ekmek kapamamak değil. Kapamamış olmanın psikolojik ezintisini yaşamak bence... Bunlar hayatta ezilmiş, başarısız olarak damgalanmış, ellerinden herşeyleri alınmış, enayi yerine konulmuş insanlar. Bunları vapura binerken de görebilirsiniz. Yer kapmak için birbirini çiğnerler. Yer kapamazlarsa beceriksizlikleri bir kez daha tescil edilecek. Ayakta kalmaktan değil işte o duruma düşmekten korkarlar. Eğer ekmek kapamazlarsa hem çevreden hem kendi içlerinden "beceriksiz" damgasını yiyecekler. Telaşları ve endişeleri budur... Ekmek değil...
Ali Şen, dünkü Beşiktaş maçından önce gazetecilere, "tribünlerdeki küfürlerin önüne geçebilmek amacıyla" girişimlerde bulunduklarını anlatıyor... Ve yeni projesinden söz ediyor:
- Beşiktaş maçına noter çağıracak ve aleyhimize edilen küfürleri tesbit ettireceğiz. Böylece küfürü önlemeyerek suç işleyen Futbol Federasyonu hakkında suç duyurusunda bulunacağız...
İki hafta önce oynanan Fenerbahçe - Beşiktaş kupa maçında Fenerbahçeli seyirciler Beşiktaşlı Alpay'ın eşi Cansel'e ağır küfürler yöneltmişler; Alpay da maçtan sonra gazetecilere:
- Ali Şen, yanıbaşında koro halinde eşime yönelik ağıza alınmaz sözler söyleyen taraftarları susturmadı, demişti..
Bu eleştiriye Ali Şen'in yanıtı mı?
Cumhuriyet gazetesinde Ali Şen'in ağzından iki hafta önce yayınlanan satırlar aynen şöyleydi:
- Küfür olayı artık engellenemeyecek boyutlara ulaştı. Kimse Fenerbahçe'den küfürlere engel olmasını beklemesin!..
Fenerbahçe Külübü Başkanı kendi taraftarınının küfürlerini önlemiyor... Anlaşılan önlemeyi de pek istemiyor. Ama kendisine küfür edilmesini noter marifetiyle durdurmaya çalışıyor... İşi zor...
Şırnak'ta yaptırılan 1500 kişilik Vali Kamil Acun Külliyesi önceki akşam TRT - 1'in naklen mevlid yayınıyla açıldı. Hayırlı uğurlu olsun. Ankara'nın yardımıyla 160 milyar liraya malolan külliyede Kur'an kursu, gasılhane, abdesthane, sauna ve hamamın yanısıra 44 dükkan da bulunuyor. DYP'liler bu dev yatırımla övünüyor. Ancak ANAP'lılar farklı düşünüyor. ANAP Şırnak İl Başkanı Ahmet Birlik Milliyet muhabirine şöyle diyor:
- 65 binin üzerinde nüfusu olan Şırnak'ta tek bir sağlık ocağı var; onun da doktoru yok, bir röntgen cihazı dahi yok. Hastalarımızı Diyarbakır'a götürüyoruz... Koca şehirde bir tek fabrika, doğru dürüst bir işyeri ya da atölye bulunmuyor.. Yalnızca bir kömür ocağı var. Biz okula, işyerine, sağlık hizmetlerine de para ayrılsın istiyoruz, ama dinleyen kim!..
Umarız... Diğer yatırımlara da sıra gelir...
Kendi sesleriyle ve görüntüleriyle verilen haberleri bile sıkışınca reddediyor; "Medya saptırdı" saptırmasına yöneliyorlar. Kendileri gibi düşünmeyenlerin görüşlerine ise hiç mi hiç tahammülleri yok. Medyayı dansetmekle suçluyorlar. RP'nin "Kurban", "türban", "cami" ve "hac" konularındaki dayatmaları sonucu işler sarpa sarınca Erbakan suçu medyanın üstüne yıkıyor. Şöyle diyor:
- Gulu gulu dansı yapıyor bunlar!. Yamyam dansı yapıyorlar!..
Oysa böyle bir dansı gazeteciler bilmiyor. Arkadaşımız Aydın Arıcıoğlu, bu dansı öğrenmek için ünlü dans hocası Ümit İris'i arıyor:
- Sayın İris sizden hangi dansları öğrenebilirim?..
- "Arjantin stili" ve "klasik" tango.. Arzu ederseniz flamenko.. Bolero, rumba, çaçaça, mambo, samba, salsa gibi latin dansları.. Ve arzu edenlere vals, swing, rock'n roll ve hatta sirtaki bile öğretiyoruz...
- Ben "gulu gulu" dansını öğrenmek istiyordum...
Ümit Hoca böyle bir dansı hiç duymamış:
- Bu dansı öğrenmek için başka Hoca'ya gideceksiniz, diyor...
Gazeteciler Erbakan'ın kendilerine "gulu gulu" dansını öğretmesini bekliyor...
Son haftalarda moda oldu... Bir yürüyüşe katılan ya da pankart açan gençler 10 yıl, 12 yıl hatta 18 yıl gibi ağır hapis cezalarına çarptırılıyor. Tek kuruş çalmamış, tek bir canlıyı yaralamamış olan bu gençlerin üzerine yıkılan suç genellikle "gizli örgüt kurmak" oluyor...
İnsan merak ediyor...
Yasal örgüte üye olanların tesbitinin bile çok güç olduğu, aylar hatta yıllar aldığı bir ülkede, mahkemelerimiz, özellikle de DGM'lerimiz nasıl oluyor da kısacık bir sürede insanlarımızın hiçbir kaydı - kuydu olmayan gizli örgütlere üye olduklarını kanıtlayabiliyorlar? Soruyu CHP Hatay milletvekili, yılların hukukçusu Atilla Sav' a yöneltiyoruz:
- Bizim ceza hukukumuzda bir sanığı mahkum edebilmek için o kişinin ikrarı yetmez. Bu durumun ayrıca somut delillerle beslenmesi lazımdır.
Ancak bizde maalesef hazırlık soruşturması aşamasında yeterli delil toplanmıyor. Polis, çaba gösterip yeterli, doyurucu delil toplamaktansa, sanığı itiraf ettirmeyi yeğliyor. Bu itirafların nasıl yaptırıldığı da az çok biliniyor. İşte, polis sanığı savcının huzuruna genelde bu şekilde, bir tek kendi itirafıyla çıkarıyor. Savcılar da hazırlık soruşturması aşamasında yeterli araştırma yapmayınca, bütün yük yargıçların üstüne biniyor.
- Türk - İş'in yürüyüşünde yakalanıp, gizli örgüt üyesi olmaktan mahkum olan gençlerin davası ne olacak sizce?
- Dosyayı görmem lazım. Ama ortada iki olasılık var. Ya dosyada, o gençlerin gizli örgüt üyesi olduklarına ilişkin çok somut deliller vardır ya da yalnızca itiraftan dolayı mahkum olmuşlardır. Ya da delil yoktur. Bu durumda Yargıtay bu kararı bozar. Çünkü bu davanın görüşüleceği 9. Ceza Dairesi'nin daha önce almış olduğu bir karar var: Sanığın ikrarı yetmez, ayrıca somut deliller gerekir."