Melih AŞIK
Posta çuvalından çıkan, Operatör Dr.
Erdinç Köksal'ın
"Ah Şu Doktorlar" adlı kitabı tam bir pazar sürprizi... Tıbbiye'deki öğrencilik günlerinden başlayıp anlatmaya... Sivas, Adana, Şişli Etfal... ve nihayet Zonguldak'ta
"görev icabı" görüp yaşadıklarını güleç yüzlü bir üslupla aktarıyor Dr.
Köksal...
Sayfaları çevirip... Hekimler dünyasının "görünmeyen" sahnelerinden birini seyre koyulalım:
"...Bir gün ambulans şoförümüz, poliklinikte kapı aralığından gözüktü:
- Doktor Bey, teyzemin kızında kist mi varmış neymiş, kapıda bekliyor, bir bakabilir misin?..
Hastayı hemen içeri alıp muayene ettim. Portakal büyüklüğündeki kisti, şefe göstererek yatırdım.
Bir süre sonra şoför kapıda yine:
- Doktor Abi, ev sahibinin karısında rahim uru varmış, bana rica ettiler. Ameliyat olacakmış da...
Hastayı yine şefe çıkardım. Yatırıp yaptık ameliyatını.
Bir sabah şoförümüz yaşlı bir ninenin koluna girmiş, Servis'e geldi:
- Abi be, bizim kocakarıyı getirdim; rahimi aşağı sarkmış. Şunu bir hocaya gösterebilir misin?..
Hastanın tepeden tırnağa tetkiklerini yaptırıp ameliyata aldık.
Şoförümüz Adana'nın yerlisi. Geniş bir çevresi var. Daha birçok kez ziyaret etti. Kirvemin karısı, bakkalın kızı.. diyerek hayli geldi gitti. Ben de her zaman yüzyüze baktığımız, nöbet gecelerinde birlikte çay kaynatıp sohbet ettiğimiz bu arkadaşın, yarı beline kadar eğilerek dile getirdiği ricaları kıramıyordum. Neyse... Asistanlığımın ilk iki yılı bitip de Şişli Etfal'e tayinim çıktığında hemşire hanım yanıma geldi:
"Efendim, arkadaşlarla kararlaştırdık, bugün öğleden sonra serviste çaya bekliyoruz."
İnsanı en mutlu eden şeylerden biri.. İki yıl birlikte çalıştığımız hemşirelerimiz, hastabakıcılarımız, ahçımız, işçimiz hep oradaydı. Sohbet gırla giderken bir ara şoför ayağa kalktı:
- Allah razı olsun Erdinç
Abimizden.. Çok ekmeğini yedik, unutamam, deyip oturdu yerine. Bir anlam veremedim.
- Ne ekmeği İsmet? diye sordum.
- Abi be, dedi,
Allah razı olsun. Hangi hastayı getirdiysem geri çevirmedin. Eh biz de üç - beş kuruş sebeplendik yani...
Meğerse...
Babalar ve çocuklar arasındaki fark, kullandıkları oyuncakların fiyatından ibarettir...
Birisinin döşemesi, bir başkasının tavanıdır...
Eğer çocukların birşey duymasını istemiyorsanız, lafı onlara söylüyormuş gibi yapın...
Yıllarca işe yaramayan bir döküntü, çöpe atıldıktan bir hafta sonra lazım olur...
Evde yalnız kaldığınız andan itibaren garip sesler çıkmaya başlar...
Çocuklu ailelerle çocuksuz aileler birbirine daima üzülerek bakarlar...
Eski bir evin tek düzenli çalışan unsuru ev sahibidir...
Hiçbir erkek kaynanasının eve yürüyüş mesafesinde oturmasını istemez...
Kendinizden genç olanlarla hiçbir şeyi tartışmayın. Onlar herşeyi daha iyi bilirler...
Hayali bile akla zarar... Hasılat
"2 trilyon"a vurdu!.. Herkes bu parayla ilgili düşler kurarken, düşünür gazeteci
Fahrettin Fidan, işi gücü bıraktı; yine aynı konu üzerinde yoğunlaştı... 2 trilyon ya
"onlara" çıkarsa?..
"Onlar" malum...
Baba'mız,
Bacı'mız,
"Ulusal acı"mız
(Necmettin Hoca),
Enişte'miz,
Karaoğlan'ımız,
Kara Ses'imiz,
Kara Murat'ımız ve bilumum
"kara"larımız... İlk tepkileri, ilk sözleri ne olurdu?..
Ağzımızdan yel alsın diyor, mevzu'a geliyoruz...
BABA: Başganlık Sistemi'nden vazgeçtim
Nazmiye!.. Bu akşam
"7 Yıllık Grallık Sistemi"ni tartışmaya açıcam...
NAZMİYE DEMİREL: Yedi yılın bir yılını da
"Graliçelik Sistemi" yaparsın, değil mi
Süleyman Bey?
TANSU ÇİLLER: Bu akşam canlı yayında askerlerle ilgili konuşacağımdır
Özer!.. Neler dememi tavsiye edersindir?..
ÖZER ÇİLLER: Ben de Türklerle ilgili konuşmayı düşünüyorum... Lütfen bana da biraz para ayır!..
DENİZ BAYKAL: Bu parayla ömrümüzün sonuna kadar hiç kongre kaybetmeyiz, değil mi
Adnan?..
ADNAN KESKİN: Ne kaybetmesi
Deniz Bey!.. Biz bu parayla DSP'nin kongrelerini bile kazanarız evelallah!..
NECMETTİN HOCA: Bin kilo daha altın... Nereye koyarız
Nermin?..
SAKIP SABANCI: Yaşasıng!.. Yaşasıng!.. Bu ahşam gene bütün televizyon ganalları benden söz edeceg!.. 10 trilyong verseydim bu gadar reklam yaptıramazdıg agam!..
ENGİN ARDIÇ: Herhalde beni gene öküzün 9'uncu Senfoni'yi dinlediği gibi dinliyorsunuzdur sayın seyirciler... Beni anlamak kiimmm, siz kim dangalaklar?.. Ulan ben hepinizin yedi göbek sülalesini...
ŞEVKİ YILMAZ: Bana çabuk bir telefon rehberi, bir de argo sözlük bulun. Numaraları siz çevireceniz, pezevenklere gerekeni ben söylicem... Aloo, ben
Şevki... N'aber lan deyyus!..
MURAT KARAYALÇIN: Benim özel danışmanım olur musunuz
Tansu Hanım?..
Hostesin esprili biri olduğu anlaşılıyor. Yoksa uçak indiğinde şöyle bir anons yapar mıydı:
"Lütfen uçak duruncaya kadar koltuklarınızdan kalkmayınız. Kimsenin terminale bizden önce varmasını istemiyoruz!.."
Garson
Temel, turistlerle İngilizce konuşurken sık sık
"Zzzzztttt" diyormuş... Niçin?..
- İngilizceyi parazit yapan bir radyodan öğrenmiş de ondan!..
***
Asker
Temel, cephanelik nöbetinde
"tehlikeli" olduğu söylenmesine rağmen yine de sigara içiyormuş... Neden?..
- İçine çekmiyormuş ki...
(Adnan Ersan'ın "Temel Bilmeceler" adlı kitabından)
Satranç şampiyonu Kasparov ülkemize geliyormuş... Sürekli olarak politikacısını "Şah", halkını "mat" eden bir ülkeden öğreneceği çok şey olabilir!..
Sürekli olarak başkalarının fikriyle konuşan bir insanın, kendini herkesten "başka" hissetmesi çok doğaldır!..
Kalp krizine karşı: günde bir adet aspirin...
Politikacıların yol açtığı sinir krizlerine karşı: günde sayısız "hastirin!.."
Yazara EmailM.Asik@milliyet.com.tr