Kadri Gürsel

Kadri Gürsel

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Türk ayrılıkçılığı” demiyorum, çünkü “Kürtlerden kurtulmayı” savunan bir siyasi akım (henüz) mevcut değil; ama “ayrılıkçı Türkler” var.
Bunlar hakkında yapılmış güncel bir bilimsel çalışma yok. Dolayısıyla “ayrılıkçı Türkler” hakkındaki görüşlerimiz de kaçınılmaz olarak izlenimlerimiz dairesinden besleniyor.
Ve izlenimimiz odur ki, kendini “Türk” olarak tanımlayan bir TC vatandaşının arkadaş gruplarında, okulunda, işinde, chat yaparken ya da köşe yazarlarına mail gönderirken Kürtler hakkında ırkçı nefret sosu bol ayrılıkçı görüşler dile getirmesi, çoğunlukla aşırı ölçüde tepkisel ve duygusal bir durum. Hatta buna bir “psikoz” da diyebiliriz.
“Doğu ve güneydoğunun büyük bir kısmını Kürtlere verip, Batıdaki Kürtleri de oraya sürmeyi” sözümona çözüm diye savunan “ayrılıkçı Türkler”in toplumda bir dip akıntısı halinde var olduklarını, asıl olarak “açılım” marifetiyle saptadık.
Evveliyattaki hallerini bilemiyoruz; dolayısıyla bu dip akıntısının bugününü dünüyle mukayese etme imkânımız yok. Bunun sonucu olarak, ayrılıkçı Türklerle açılım arasında bir neden-sonuç ilişkisi kurmak da mümkün değil...
Ancak, açılımın sadece son derece kötü yönetilmesinin değil, bizatihi ve öncelikle hareket noktasının, “ayrılıkçı Türkler” adlı “iltihabi durumu” azdırdığını görmek mümkün... Bütün yanlışları ve eksikleri bir yana, açılımın hareket noktası mevcut statükonun sürdürülebilir olmadığının hükümet ve devlet katında ön kabul görmesidir.
Bunu tespit edince, adını koyamasanız da “sorunu” çözmek için bir biçimde yola çıkmak dışında seçeneğiniz kalmıyor. Açılımın 10 puanlık sorusu şudur:
Cumhuriyet’in 90 yıla yaklaşan tarihi boyunca Türklük potasında eritilmeleri muvaffak olunamayan Kürtlerle bundan sonra birlikte yaşayabilmek için nasıl bir model geliştirilmelidir?
AKP’nin cevabı sıfır çekmiştir o başka... Ancak “ön kabul” yerinde durduğuna göre bu soru halen geçerliliğini korumaktadır. İşte, “ayrılıkçı Türkler”in esas tepkisi, PKK şiddetinden ziyade, bu sorunun kaçınılmaz biçimde gündeme gelmiş olmasınadır. Onlar, Kürtlerin Kürt olarak kabul edilecekleri ve dolayısıyla kendilerini Türk kimliğinde anlamlandıranlarla eşit olacakları bir birlikte yaşama modelini reddediyorlar. Kısacası, Kürtlerin kendi eşitleri olarak temayüz etmesini istemiyorlar. Buna tahammülleri yok.
Cumhuriyet’in bu kez bir ortaklık paradigmasına ihtiyacı olduğu gerçeğini kabule yanaşmıyorlar.
Onların yaptığı, soruya soruyla cevap vermek...
“Kürtlerle bundan sonra hangi modele göre birlikte yaşayacağız?” şeklindeki geçerli soruya, “Kürtlerle birlikte yaşamak zorunda mıyız?” diye demagojik bir karşılık veriyorlar.
Ütopya, “olmayan yer” demektir. Onların da sözde bir “Kürtsüz Türkiye” ütopyası var.
Aslında “Kürtsüz Türkiye” sadece bir “anti-ütopya”dır. Kötü ve karanlık bir geleceğin tahayyülüdür.
Kürtsüz Türkiye, “olamayacak olan yer”dir.
Şimdi, ayrılıkçı Türklerin ırkçı fantezileri üzerine kafa yoralım. Türkiye’yi böldük, bir bölümünü devlet kursunlar diye Kürtlere verdik... Kürt sorunu çözülecek mi? Hayır.
Kürtlerin yarısından fazlası batıda yaşıyor. Sanki bu ülkenin vatandaşını kovmaya hakları varmış gibi, “Ya Kürtlükle ilgili hak taleplerinizden vazgeçin ya da gidin” diyecekler.
Kürt sorunu bir başka biçimde yeniden yaşanacak. Bölünmenin Kürt sorununu çözemediği trajik bir biçimde görülecek. Bazı aklı evveller bu ülkenin etnik temelde bölünmesinin küçük ama homojen, uyumlu ve müreffeh bir Türkiye yaratacağını düşünebiliyorlar. Alakası yok... Türkiye bölündüğüyle kalsa o bile iyi...
Homojen olacağım diye kendi vatandaşını göçe zorlayan bir ülke demokratik olamaz; uluslararası statüsü de paryalıktan ileri gidemez, bu bir. Avrupa’yı unutun.
İkincisi, çalışan nüfusunu kovan bir ülkenin ekonomisi küçülür, çöker. Refahı da unutun. Bunları yazmış olmaktan ötürü üzgünüm. Ama zamanında PKK’yı “Pol Pot Disneyland’ı tahayyül etmek”le suçlamış olanların, şimdi Miloşeviç fantezilerini körüklemeleri daha üzücü.
Bu arada, 10 gün kadar ara veriyorum.