Genetiği değiştirilmiş gıdalar (GDO) ile ilgili tartışmalar uzunca bir süredir mehter takımı gibi bir ileri bir geri sürüyor. Zaten sürmesi de gerekiyor. Çünkü günümüzde de on yıl, yirmi yıl sonra da toplum sağlığını ilgilendiren en önemli konulardan birisi olmaya namzet GDO’lar...
Son tartışmalar Ulusal Biyogüvenlik Kurulu’nun (UBK) bazı soya çeşitlerine izin vermesi ile başladı. Kurul, izin silsilesi içerisine tam rafine yağ üretiminde kullanılması şartıyla üç çeşit soyayı eklediğini açıkladı.
Bunun üzerine bazı sivil toplum kuruluşları kurulun internet sitesinden ve www.yemezler.org adresinden söz konusu ürünlere izin verilmemesi yönündeki görüşlerini bildirmeye başladılar.
Ulusal Biyogüvenlik Kurulu, faaliyete geçtiğinden beri, GDO’lu bazı çeşitlerin Türkiye’ye girmesine izin verirken, bazılarını sakıncalı bularak reddediyor.
Reddediyor çünkü; UBK bilimsel komite “GDO içeren ürünlerin insan ve çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin henüz somut olarak ortaya konulmamış ve gözlemlenememiş olması, bu tür ürünlere ihtiyatla yaklaşmayı ve bu konuda alınacak tedbirleri üst sınırda tutmayı gerekli kılmaktadır” saptamasını yapıyor.
Türkiye’ye gelen GDO’lu ürünler içerisinde en büyük miktarı mısır ve soya oluşturuyor. Mısır ve soya gıda sanayinin yanı sıra, yem sanayinde de kullanılıyor. Ve hayvancılığımızın gelişmesi ile birlikte, GDO’lu yem tüketimimiz de artıyor.
Artıyor, artmasına da, aslında ülkemizin genetiği değiştirilmiş ürünlere ihtiyacı yok. Daha geçenlerde Doğu Akdeniz Tarımsal Enstitüsü Müdürlüğü’nde (Adana) görevli Ziraat Yüksek Mühendisi Mehmet Ali Türkay 17 yıllık çalışması sonucunda iki verimli mısır çeşidi geliştiriyor. Türkay ve Türkmen adını verdiği tohumlar, bilim adamlarından tam not alıyor. Normal tohumlar, dönüme 500 ile 800 kilo arasında ürün verirken, yeni geliştirilen mısır tohumu, 1200-1500 kilo veriyor. Ve hepsinden de önemlisi bu çeşitler kesinlikle GDO’lu değil.
Bu durumda konunun verimlilik falan olmadığı anlaşılıyor. GDO’lu tohumlardan yarar sağlayacak olanlar büyük tohum ve ilaç şirketleri. Yani dünyada artan açlık sorununu çözeceği sloganı ile geliştirilen genetiği değiştirilmiş üretim ne yazık ki yalnızca gelişmiş ülkelerin ticari kazançlarına hitap ediyor. Çiftçiler ise bu tohumları bir daha kullanamayacaklarından her zaman bu şirketlere muhtaç olacaklar.
Demek ki köylülerin GDO’lara değil, kendine yeterliliği hedefleyen bilinçli tarım politikasına ihtiyacı bulunuyor Söylemeden geçemeyeceğim bir olgu da, yeni bitkiler yarattığını düşünen teknokrat ların, aslında doğaya ve bütün bir insanlığa zulüm yapıyor olması. “Bu yapılan işi bilim diye kutsamaya çalışmak, atom bombasının bol bol üretilip kullanılmasını savunmaktan pek farklı değil” diyor GDO’ya Hayır Platformu.
Modern teknolojiden yana ol mayan şüphesiz pek az insan vardır. Ancak biyoteknolojinin de yararlı şekillerde kullanılması gerekiyor.