Bugün, Demokrasi ve Millî Birlik Günü. Kanlı ihanet teşebbüsünün üzerinden 2.920 gün geçti; ama 251 şehit ve 2.196 gazinin acısı hala çok taze.
Bir “dinsel kült” veya “cemaat-tarikat,” kurduğu paralel devlet yapısının, artık aslının yerini almasının zamanının geldiğine karar verip silahlı kuvvetlerden devşirebildiği kadar askeri şahısla harekete mi geçti? TSK, onları alet ederek, durumdan vazife mi çıkarttı? Yoksa başka birileri, özellikle şimdi FETÖ dediğimiz terör örgütünü, “Radikal İslam” akımlarından rol çalarak, İslam’a yönelimi kendi güdümündeki yapılara aktarmak isteyerek kuran dış mihrak, “Erdoğan’ı devirme” fikrini hayata geçirmeye karar mı verdi?
NATO, üyelerini – Sovyet yanlısı partilerin eline geçmesi halinde – kurtarmak için gizli Gladio örgütünü kurmuş bir ittifak, ABD ise, ülkelerde hükumetleri devirip yerine cuntalar kurma alışkanlığında bir ülke. Bu faktörler, 15 Temmuz’un geleneksel veya post-modern bir darbe teşebbüsü değil, siyasal liderlere suikastlar yaparak, ülkeyi kısa bir kaosa sürükleyip, bu arada kurulacak “sürgünde hükumet” vasıtasıyla NATO’yu, anlaşmanın 5. maddesi çerçevesinde müdahaleye çağırma senaryosuna da güç veriyor. Hele 10 Temmuz’dan itibaren Güney Kıbrıs’taki İngiliz üssüne 10 bine yakın ABD askerinin konuşlandığına dair (hala reddedilmemiş) habere bakılırsa, ulusal bütünlüğümüzü kaybetme tehlikesi atlattığımız anlaşılıyor. Hatırlarsanız, mahkum FETÖ’cü darbecilerden biri, o gece, PKK teröristlere karşı mevzilenmiş bir birliği, sahadan geri çekmişti.
Spekülasyonlar da hep spekülasyon olarak kalmazlar! 15 Temmuz ihanetinin gerçek sebebi de bir zaman gelecek ortaya çıkacaktır.
Geçtiğimiz hafta ayrıca, NATO’nun 75. kuruluş yıldönümüne de tanıklık ettik. Cumhurbaşkanı Erdoğan, zirveye gidişinde, oradaki konuşmalarında ve dönüşünde İttifak’la ilişkilerimize ilişkin açıklamalar yaptı. Bu açıklamaların temelinde Türkiye’nin bir NATO üyesi hem de bu savunma ittifakının en güçlü ikinci silahlı kuvvetlerine sahip üyesi olduğu gerçeği bulunuyor. Ancak Erdoğan, zirvede, Türkiye’nin Şanghay İş Birliği Örgütü’ne (ŞİÖ) tam üye olarak katılma arzusunu da yineledi. Bu açıklamanın bir askeri iş birliği ve savunma ittifakının zirvesinde yapılmış olması çok önemli, çünkü ŞİÖ de Çin ve Rusya tarafından kurulan bir siyasi, ekonomik ve güvenlik-savunma örgütü.
NATO’nun resmi belgelerinde Rusya ve Çin “hasım ülkeler” olarak kaydediliyor. Şanghay Beşlisi veya Şanghay Paktı, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın ardından Özbekistan’ın, daha sonra Hindistan, Pakistan ve önceki yıl İran’ın katılımı ile 9 üyeye sahip oldu. Bu yeni üyelerin hemen hiçbiri NATO için hasım değil ama ŞİO, NATO’yu ve ABD ile askeri ilişkileri daima reddetti. Örneğin, 2005’te ŞİÖ, ABD’ye Orta Asya’daki askeri varlığına son verme çağrısı yaptı ve bunun üzerine, Özbekistan’daki ABD askerleri ülkeyi terk etti.
Türkiye 2012’de, örgüte “diyalog ortağı” olarak katıldı ve şimdi örgütte tam üyelik istiyor. Ne var ki Rusya hükumet sözcüsü Dmitry Peskov, Erdoğan’ın açıklaması üzerine “Türkiye’nin ŞİÖ’ye tam üye olma hedefinin NATO üyesi oluşuyla bağdaşmadığını” söyledi. Türkiye’nin katılımının ne zaman beklenebileceği sorusuna Peskov, bu öneriyle ilgili sorun olduğunu ifade etti:
“Türkiye’nin taahhütleri ve bir NATO üyesi olarak temel konulardaki tutumu ile ŞİÖ’nün kuruluş belgelerinde formüle edilen dünya görüşü arasında bazı çelişkiler var.”
Peskov bu kesin ifadeyi daha sonra yumuşattı ve “Rusya’nın belirli bir dünya görüşünü benimseyen ülkelerle anlaşmaya açık olduğunu” söyledi. Bu Türkiye’nin NATO taahhütlerine acaba nasıl bir “dünya görüşü” ile baktığını açıklamasını gerektirecek? NATO, bir üyenin diğer üyelerden farklı görüşü olmasını nasıl karşılayacak? Türkiye, mesela Ukrayna konusunda farklı bir görüşü savunuyor. Bu yeterli mi?
Konuyu irdelemeyi sürdürelim.