Osmanlı Devleti’nin sonunu tartışan siyaset bilimciler, bunun bir “devletin ölümü” olduğunu reddeder, devletten beklenen fonksiyonların devam ettiğine işaret ederek sadece rejim değişikliği olduğunu savunurlar. Fonksiyon açısından baktığınızda Lübnan ölü doğmuş, Fransız beceriksizliği karşısında ABD ve İngiltere’nin yaptığı sun’i teneffüslere rağmen canlanmamış bir devlettir.
Osmanlı yönetimi bittiği günden beri Lübnan’da dokuz etnik ve 18 dini grubun oluşturduğu üç ayrı devletçik var olageldi. Bu durum 1976’dan 2005’e kadar süren iç savaşlar ve Suriye işgalinden sonra anayasal düzenleme ile üçlü yönetime evirilmiştir. Buna göre Cumhurbaşkanı Maronit Hristiyan, Meclis başkanı Şii Müslüman, başbakan Sünni Müslüman olacak ve herkes (güya) mutlu ve huzurlu olacaktı.
Oysa mutluluk ve huzur, içinde Lübnan kelimesi geçen bir cümlede kullanılamaz; çünkü ülke fiilen Suriye’nin (yani İran’ın) denetiminde, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliği’nin verdiği sadaka kabilinden yardımlarla, bırakın gelecek yılı, yarını çıkartmanın çabası içinde. Ülkede devlet içinde devlet olan Hizbullah terör örgütü istediği gibi at koşturuyor.
Bir ülke düşünün ki başbakanı, para istemeye gittiği Suudi Arabistan’da veliaht prens tarafından yeteri kadar rüşvet vermediği için tutuklanıyor ve fidye ödeyerek kurtuluyor.
Böyle bir ülkede, dünyanın en büyük transatlantik yolcu gemileriyle dolu limanda, 3 bin ton, yanıcı ve patlayıcı madde dolu bir Rus gemisinin 7 yıldır bağlı yatması ve kimsenin “Bu ne?” dememesi anormal mi?
Lübnan’ın bu işlevsiz siyasal düzene sahip olmasının başlıca sorumlusu 1923’ten 1946’ya kadar bu ülkeyi ve Suriye’yi BM’nin ilk şekli olan Cemiyeti Akvam’ın verdiği yetki ile sömürge düzeniyle yöneten Fransa’dır. Fransa, İngiltere ile yaptığı gizli Sykes-Picot anlaşması ile Irak’ı alacak iken, İngiltere Irak’ta petrol olduğunu keşfetmiş ve Fransa’yı kandırarak sömürgeleri değiştirmişti. Fransa aldatıldığını geç anladı. Fransa o günden sonra bu iki ülkede ne bulduysa aldı; çıkan isyanları en kanlı şekilde bastırdı. Fransız mandası geride 120 bin ölü ve Osmanlı zamanında kardeşçe bir düzen içinde yaşayan üç dinin arasına onarılmaz fitne tohumları bırakarak sona erdi. Bugüne kadar Lübnan’da iç savaşların sonu gelmedi. Bu savaşları zaman zaman ABD, arada bir İsrail, sık sık Suriye (yani İran) bastırmaya kalktı.
Ölü sayısının binlere çıkmasından korkulan, 300 bin kişiyi evsiz, 500 bin kişiyi işsiz bırakan son patlama ile Lübnan’da sona gelinmiş oldu. Patlamanın tozu dumanı arasında açıkça görülmese bile İsrail’in Hizbullah terörizmine son verme çabasının izleri belirgin. Trump’ın demeçlerinden İsrail gazetelerinin gizli sevinç çığlıklarına kadar, birçok yerde İsrail adını okumak mümkün. Sonunda İsrail halkının tepesine yağabilecek bombaların hammaddesini bu kadar acımasız ve kanlı biçimde yok etmek başkasının marifeti olabilir mi?
Havaya uçan Beyrut limanı değil, çoktan ölmüş olan Lübnan devletinin tabutudur.