Uluslararası Güvenlik ve Montrö Şemsiyesi (2)
Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Montrö’yü mukayese edersek, Lozan’daki üç ilkenin yerini şu üç hedefin aldığını görürüz:
1. Boğazlar ve Marmara’yı silahlandırmasına izin vererek Türkiye’nin güvenliğini sağlamak,
2. Yeni geçiş ilkeleriyle Karadeniz ülkelerine güvenlik teminatı vermek,
3. Boğazlardan geçiş serbestisiyle diğer ülkelerin hukukuna saygı.
Ukrayna-Rusya gelişmeleri sebebiyle yeniden gündeme gelen Montrö Sözleşmesi, 86 yıldır ayaktaysa ve geçen hafta, Türkiye’nin iki ülke arasındaki durumun bir işgal değil savaş halini aldığını belirleyerek sözleşmenin 19. maddesini yürürlüğe sokmasına hiçbir ülkeden itiraz gelmedi ise, bunu, bu üç amacın sağlanmış olmasıyla açıklayabiliriz. Bu üç amaç da, sözleşmede öyle ustalıkla kaleme alınmıştı ki, dolaylı şekilde Batı’nın değil Rusya’nın çıkarına hizmet ediyordu.
Montrö Sözleşmesi, 20 Temmuz 1936’da imzalandı. O gün gazeteler ikinci baskılarını yaptı. 21 Temmuz günü Çanakkale ve İstanbul’da, hatta Marmara çevresindeki tüm kentlerde halk, sokaklara döküldü ve kutlamalar yapıldı. Aynı gün, yakındaki askeri birlikler, her iki boğazda 13 yıldır giremedikleri, o zamanki adıyla “müstahkem mevkilere” girerek, kontrolü Uluslararası Komisyon’dan devraldı. O günkü Akşam gazetesinin manşeti, bunun anlamını şu cümleyle özetliyordu: "Dün geceden itibaren kapımızı emniyete aldık."
Aynı sevinç, Karadeniz’in, Türkiye kıyısı hariç hemen tamamını anlaşmalar ve ittifaklarla kontrolüne almış olan Sovyetler Birliği’nde de hakimdi. Yeni sözleşmeyle, vücut veren müzakerelerde Türkiye, Karadeniz’in "bir ucundan girilip öteki ucundan çıkılan bir deniz olmadığını" beyan etmiş, bununla Karadeniz’in güvenliğinin ancak "kıyısı olan ülkelerin güvenliği" ile sağlanacağını Batı’ya ilan etmişti.
Bu kadar geniş bir deniz ve çevresindeki bu kadar çok ülkeyle bir bölge olan Karadeniz’e giriş çıkışın tamamen serbest olması, savaş halinin, Türkiye’nin bu savaşa dahil olması veya olmaması dikkate alınarak ayrı hükümlere bağlanması da Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkeleri bir ölçüde memnun ediyordu. Buradaki anahtar ifade "bir ölçüde" deyimidir. Montrö, Karadeniz ülkesi olmayan ülkelerin bu denizde bulunduracağı gemi miktarını ağırlıkları ile sınırlıyordu. Bu sınır, o tarihteki Türk donanması toplam tonajının yarısı olan 15 bin tondu. Bu sınır o zaman bile çok "az" idi. Bugün, örneğin ABD açısından tamamen kabul edilemez bir miktardır.
Ancak 1936’da ABD, uluslararası arenada henüz bugünkü "lider" konumunda değildi, borusu çok ötmüyordu. Sovyetler, İngiltere ve Fransa ise bir an önce denetimin Milletler Cemiyeti’nin elinden alınması için acele ediyordu. Bunu, Montrö görüşmelerinin bir bayram havasında geçtiği şeklinde de yorumlamamak gerekir. Tarihçi Dr. Murat Burgaç’ın "Montrö Meydan Muharebesi-Bir Diplomasi Savaşı" başlıklı kitabında, bu sürecin hiç de kolay olmadığı anlatılıyor.
Ancak sonuçta Montrö’de hassas bir denge kuruldu. Bu denge sayesinde, anlaşmanın geçerlilik süresi 1956’da dolmuş olmasına rağmen, imzacı ülkeler, feshetme haklarını 66 yıldır kullanmadı. Sovyetler, Karadeniz’de sahili olmayan ülkelerin Karadeniz’e sokacakları gemi miktarının sınırlanmasından mutluydu; bu mutluluk bugün de devam ediyor.
19. maddeyle Türkiye, bölgede savaş hali olduğuna karar verince Rusya’ya yaptığı gibi savaşan ülkelere sınırlamalar getirebilir. Nitekim, Türkiye geçen hafta üç Rus gemisinin Karadeniz’e girmesine engel oldu. Ancak Karadeniz’e NATO donanması girmediği sürece, Rusya üç geminin eksikliğinden huzursuz olacak değil. Çünkü onun da kapısı emniyete alınmıştı.