Uluslararası Adalet Divanı (UAD) oturumlarını sürdürüyor. Bu oturumlardan herhangi birisinin yapıldığı herhangi bir gün, İsrail ordusu, Başbakan Netanyahu’nun emriyle, ortalama 100 Filistinli öldürmeye devam ediyor.
Bu satırların yazarı, insanoğlunun fıtraten iyi olduğuna, uluslararası iş birliği ve Birleşmiş Milletler, UAD ve benzeri kurumların, sonunda insanoğlunun içindeki iyiliğin galip gelmesini sağlayacağına inancı, hatta imanı olmasa, UAD’ın bir tür komedi, ABD’nin ve İngiltere’nin suç ortaklığıyla İsrail’in, gözümüzün içine baka-baka, suçların en ağırını, Alman ve Japon faşistlerinin soykırımlarından daha beterini işlediğini yazmak o kadar kolay ki. “Daha beter” illa sayıyla ölçülmemeli. Almanya diktatörü Hitler’in 5 milyon Yahudi ve Romanı, Japon imparatoru Hirohito’nun 6 milyon Çinli, Endonezyalı, Koreli, Filipinli ve batılı savaş esirini öldürdüğünü hatırlayınca, belki Batılılara en az 10 bini çocuk, 30 bin Filistinlinin öldürülmüş olması “hafif” geliyor olabilir. Örneğin, Amerikalı, Tennessee milletvekili Andy Ogles (Twitter’da @repogles) kendisine “Daha ne kadar Filistinli çocuğun ölmesine izin vereceksiniz?” diye haykıran bir protestocuya, “Onların hepsini öldürmemiz lazım!” diye karşılık verirken, muhtemelen, böyle bir muhasebe yapıyordu.
Hesabını bilemem; ama ABD’li milletvekili, bütçeden İsrail’e yapılan her bir dolarlık yardımın bir Filistinlinin ölümüne vesile olduğunu biliyor olmalı. “Biz… öldürmeliyiz” ifadesiyle verdiği cevap, bu şahsın ve elbette ABD Kongresindeki 100 senatör ve 435 milletvekilinin tümü, ABD’nin İsrail’in suç ortağı olduğunu bildiklerini; bir gün, yukarıda geleceğine inandığımı ifade ettiğim, iyilerin egemen olacağı o gün, Biden’ından Netanyahu’suna, Ogles’inden Sunak’ına hepsinin hesap vereceğini de benim bildiğimi ifade edeyim.
Kendi ülkesi İspanya’nın Amerikalı yerlilerin katliamına karşı çıkan ve yazdığı kitapla bugünkü Soykırımı Hukuku’nun temelini atmış olan Bartolome las Casas, “Naturalis societatis et communicationis” (Doğal ortaklık ve iletişim) kavramı ile insanlığın o gün Aztek ve İnka soykırımının devamını önleyeceğine, yarın da başka bir çok “yerli” toplumun, işgalcilerin elinden kurtaracağına inandığını yazmıştı. Bu “doğal ortaklık” belki ABD ve İngiltere’nin kanatları altındaki İsrail’in Filistinli soykırımına engel olamıyor, Filistin’deki cinayetleri durduramıyor; ama UAD’da yapılan iletişim, çok daha iyi bir dünyanın temellerinin atılmasına yarıyor olabilir.
Çin Dışişleri Bakanlığının Anlaşmalar ve Hukuk Bölümü’nün başkanı (Sudan büyükelçisi) Ma Xinmin, geçen hafta içinde mahkemede yaptığı sunumda, “İsrail’in BM kararıyla sabit bir sömürgeci” olduğunu” ifade etti; sömürge halklarının işgalciye karşı şiddete başvurarak direnmeye, onu topraklarından kovmaya hakkı olduğunu belirtti. Büyükelçi Ma, bu açıdan Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinlilerin, BM’nin 3 Eylül ve 25 Kasım 1947 tarihli Filistin’in paylaşılması anlaşmasına aykırı her “yerleşim” ve “ilhak” kararlarına direnme hakkını kullanmasına “terörizm” denemeyeceğini söyledi. Büyükelçi, Hamas’ın bir terör örgütü olmadığını; 7 Ekim’de İsrail silahlı kuvvetlerine yaptığı saldırının da meşru bir hakkın kullanılması olduğunu ifade etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bir çok lider Hamas’ın terör örgütü olmadığını defalarca söylediler. Ancak anlaşma metinlerine, maddelere atıf yaparak konuşan bir hukukçunun, hem de Çin gibi, BM’de veto hakkı bulunan bir ülke adına yaptığı bu sunum, dileriz ki, ABD ile İngiltere’nin İsrail’in etrafına ördüğü zırhın delinmesine yarayacaktır.
İnsanlık, Alman ve Japon suçlulardan 25’ini idam etti; 800’ünü ömür boyu hapsetti. Gazze ve Batı Şeria katillerini de benzeri akıbetin beklediği yönündeki inancamız bir ölçüde güçlendi.