Ülke olarak bağımsızlık artık eski koloniler için bile sorun değil. Herkes bağımsız. Egemenlik de eğer anayasanızda “İngiltere kralı bizim de liderimizdir” yazmıyorsa, artık sorun değil. İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi 56 ülkeden sadece 15’i bu kategoride, mesela.
Ama özerklik (otonomi) dendiği zaman şöyle bir durup, herkesin kendi ülkesinin kendi stratejik çıkarlarına uygun kararları, kendi yasamasıyla, kendi yürütmesiyle belirleyip, aldığını ve uyguladığını bir görmek lazım.
Türkiye, Lozan’dan beri bağımsız ve egemen. Buna rağmen bu satırların yazarı da dâhil olmak üzere, 1960’larda, 70’lerde binlerce kişi, sayısız kez “Tam bağımsız gerçekten demokratik Türkiye!” diye sloganların atıldığı mitinglere, yürüyüşlere katılmıştı. Bugün de “enerji bağımsızlığı,” “finansal bağımsızlık” (IMF boyunduruğu altında olmamak) gibi hamlelerin de kâğıt üzerindeki bu bağımsızlık ve egemenliğin gerçekten hayata geçirilmesine olan katkısını da biliyoruz.
Ancak, bugünün adeta yumak olmuş uluslararası ilişkiler ortamında, ülkelerin elleri kolları ittifaklarla, çok taraflı anlaşmalarla bağlıyken hangi ülkeler kendi stratejik ilişkilerini kendileri değerlendirebiliyor ve buna uygun “yürütme planı” yapıp başka ülkelerle paylaşıyor, dünyaya ilan ediyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hazırlıkları neredeyse bir yıldır süren Körfez gezisini bu açıdan değerlendirmek gerekir. Suudi Arabistan, Katar ve BAE ile yapılan anlaşmalar sıradan sözleşmeler ve akitler değildir. Suudi Arabistan, ABD’nin şemsiyesinden çıkıp, Çin’le ve İran’la anlaşmalar imzaladı. Bu anlaşmaların ardından, Suudi Arabistan’ın Türkiye ile çok geniş kapsamlı askeri satış ve satılacak teçhizatın üretiminde kendi yurttaşlarının eğitilmesini öngören anlaşmayı yapması, Türkiye’nin, bölgesinde “barış, istikrar ve refah kuşağı” oluşturma çabasının ulaştığı genişlik ve derinliği de göstermektedir.
Hani derler ya, “Tango yapmak için iki kişi gerekir!” Aynı söylemle ifade etmek istersek, bir ülkenin kendi uluslararası ilişkilerine stratejik özerklik bağlamında yaklaşması yetmez; bu ilişkileri gerçekleştirirken sağlam ortaklara da ihtiyacı vardır. Karşınızdaki muhataplarınız, kendi uluslararası stratejik kararlarını, sizin gibi, özerk bir tavırla alamıyorsa, bu ilişkinin ne eni ne boyu sizi uzun vadede tatmin etmeyecektir.
Üç gündür, medyada Erdoğan’ın Körfez turunun ülkemize kazandıracağı yatırım ve sağlayacağı ticaretin hacmiyle ilgili rakamları görüyoruz ve mutlu oluyoruz. Ancak bu rakamların arkasında, Türkiye’nin ve bu üç ortağın, Suudi Arabistan, Katar ve BAE’nin bu anlaşmalarla kendi ülkelerinin geleceğiyle ilgili stratejik kararı, özerk bir tutumla, kimsenin kendilerine biçtiği bir hareket tarzına değil, kendi idraklerine dayalı bir ulusal bilinçle verdikleri gerçeğini de görmeliyiz.
Geçen hafta Batı’da, bu hafta Doğu’da dikkatlere sunuluyor Türkiye’nin yeni stratejik özerklik adımları. Türkiye bu adımlarla bu üç ülkeyi de kendisi gibi özerk bir stratejik değerlendirme ve uygulamada yanına alma başarısını kanıtlamış bulunuyor.
1960’ların, 70’lerin mitinglerini yaşamış olan biri için bu adımların önemi (bir klişeyi kullanmama izin verin) anlatılamaz, yaşanır!