Edebiyat tarihinin en yıkıcı aşklarından biri hiç şüphesiz İngeborg Bachmann ve Max Frisch arasında geçer. Almanca edebiyatın iki büyük yazarı, 1958 yılında Paris’te Fricsch’in yazdığı bir oyunun prömiyerinde tanışırlar. Kısa sürede birlikte olmaya karar verirler. Dört buçuk yıl sürer bu ilişki. Bachmann, bu beraberlikten çıkardığı sonucu tek romanı “Malina”da şöyle ifade eder: “Faşizm, kadın ve erkek arasındaki ilişkide başlar”.
Roma’yı evi kabul etmiş olan Bachmann, aşkı uğruna Zürih’e taşınır. Görünürde mükemmel bir çift. İkisi de yazıyor. Aynı dili konuşuyor. Aralarında olağanüstü bir tutku var. Fakat beklediği gibi olmaz. İlişki ilerledikçe karşısında son derece bencil, kıskanç, aksi, ‘kanını emen’, ışıltısından rahatsız olan bir adam bulur. Ne var ki artık geçtir. “Kalıcı bir şey yaşamak istiyordum” diye açıklamaya çalıştığı, aslında kendisinin de tam adını koyamadığı bir bağımlılık hikâyesinin kahramanı olmuştur. Güvenli bir alan arayan bağımlıyla onu kendi konfor alanı uğruna feda eden narsistin hikâyesinin.
İşte bu hikâyeyi anlatan, geçtiğimiz yıl Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan, Margarithe Von Trotta’nın yazıp yönettiği “İngeborg Bachmann – Çölün Kalbine Yolculuk / İ. Bachmann – Reise İn Die Wüste” MUBI’de gösterime girdi. Film, “Yanmış elimle ateşin doğası üzerine yazıyorum. Eliniz yanmamışsa bunu yazamazsınız” diyen İngeborg Bachmann’ın o yanık elinin hayatından bir kesit. Kurduğu “Hayat olsa olsa bir incinmedir” cümlesinin arka planından seçilmiş.
Narsist alır bağımlı verir
Yakın arkadaşı Thomas Bernhard’ın dediği gibi “Cehenneme giden kapıyı erken bulmuş, cehenneme girmiş” bir kadın Bachmann. Filmde, gözlerindeki keder ve gülümseyişindeki sevinç yarışıyor sürekli. Frisch’e duyduğu aşkla ayakları yerden kesilmiş. İlişki boyunca, narsist alır bağımlı verir ilkesine uygun kendinden veriyor durmaksızın. Her bağımlı gibi, narsistin bir gün hatasını anlayacağı umuduyla. “İki yazarın bir arada olmaya tahammül edeceklerini düşünmek tam anlamıyla delilikmiş” dese de bu delilik hâlinden hiç vazgeçmiyor. Frisch’in gözündeki gizemi, bağımlının teslimiyeti nedeniyle sona erince, ayrılık kaçınılmaz oluyor. “Hayatımın en büyük yenilgisiydi” dediği ayrılık.
Bu yenilgiden kurtulmak, yaralarını sarmak ve özgürleşmek için genç yazar arkadaşı Adolf Opel ile birlikte Mısır çöllerine bir seyahat yapıyor. Filmde bir yandan Frisch’le olan ilişkisini bir yandan da çöldeki iyileşme sürecini izliyoruz.
Onu “Erkekler tedavi edilemez hastalardır” noktasına getiren, uğruna kendini feda ettiği küçük burjuva erkeklerin en acımasızı olan Frisch, Bachmann’ın edebiyatına duyduğu hayranlığı kısa sürede terk ediyor. O entelektüel erkek “Bana çiçek alana kadar doğru dürüst bir kap yemek yapsaydın” diyebiliyor sözgelimi. Her narsist gibi bulduğu her fırsatta Bachmann’ı aşağılıyor. Yine her narsist gibi içinde devasa bir değersizlik duygusu barındırdığından bunun öfkesini de Bachmann’dan çıkarıyor.
Bachmann rolünde Vicky Krieps, Frisch’de Ronald Zehrfeld bu toksik ilişkiyi büyük bir ustalıkla canlandırıyorlar. Bachmann Frisch’le yaşadığı ilişkiden sonra ilaç kullanmaya, alkol ve uyuşturucuya başlıyor. Bu ilişki için ‘ölümcül bir yıkım’ demesi boşuna değil. Evinde yine bu maddelerden bolca almış hâlde, sigarasının çıkardığı yangında yaralanıp, bir ay direndikten sonra hayata veda edişindeki trajedi filmde yok ama bu sona nasıl adım adım yaklaştığını görmek mümkün. Çöle gitmek isteme sebebi de bu art arda gelişen bağımlılıklarından kurtulma isteği zaten.
Peki kurtulamaz mıydı?
Bu sorunun cevabını yakın arkadaşı Alman besteci Hans Werner Henze veriyor, filmin en çarpıcı sahnesinde: “Dünyaya gelme nedenimizi unutmadığımız sürece hayatta hiçbir şey bizi aşağılayamaz. Biz yaratıcı olmak için buradayız. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Kendi sanatsal varlığını öne koyup onu görmezden gelmiş olsaydın seni aşağılama fırsatını asla yakalayamazdı. Ama bir domuzu sevmek de ayıp değil.”
Bachmann’a göre hayatı hayat yapan incinmelerden biri “Çölün Kalbine Yolculuk”. Her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan güçlü bir kadın figürünün yanmış eline dokunma deneyimi. Yaşadığımız ilişkilerde kendi varoluşumuzu bir erkeğin ya da kadının gerisinde tutmamamız gerektiğinin görsel manifestosu. İzlemenizi çok isterim.
İyi pazarlar.