Adı Veysel Sorhun. 1967 Erzurum doğumlu. Anne ve babasını kaybetikten sonra yetiştirme yurduna verildi. Zor şartlarda yaşamını sürdüren Sorhun, daha sekiz yaşandayken, kalça problemi yaşadı. Bir hayırsever tarafından İstanbul’a gönderildi. Bir-iki ameliyatın ardından, “Haydi iyileştin, gidebilirsin” denildi. Ancak Sorhun, ayağa kalktığında hayal kırıklığına uğradı. Çünkü, yapılan operasyonların ardından sağ bacağı, 15 santim kısalmıştı. Talihsiz çocuk, yıkıldı kaldı. Ama yapacak bir şey yoktu. Yeniden kaldığı yurda döndü. İlkokulu bitiren Sorhun, yurttan ayrılıp hayata atıldı. Yalnız ve kimsesiz olarak ayaklarının üzerinde durmanın yollarını aradı. Ayakkabı boyacılığı yaparak para kazanmaya başladı. Bu iş yıllarca sürdü.
15 Haziran 1987
Sorhun’un yeşile olan sevgisi, 15 Haziran 1987’de Bornova’da çıkan orman yangınıyla başlamış. Halkın çıkan alevlerden tedirgin olduğunu, ne yapacağını şaşırdığını belirten Sorhun, yaşadıklarını şöyle anlattı: “Alevler hızla büyüyordu. Kontrol altına alınması imkansızdı. Hatta külleri Manisa’ya kadar ulaşmıştı. Bazı kişiler, yangının Manisa’ya sıçradığını söyledi. Ben de boya sandığımı bıraktım, itfaiye ekipleriyle birlikte Manisa’ya doğru yürümeye başladık. Saatlerce yürüdükten sonra Manisa girişindeki Süreyya Piknik alanında dinlenmeye başladım. Meğer Manisa yanmıyormuş. Rüzgarın da etkisiyle İzmir’den gelen küller, bu kentteki ağaçların üstünü siyaha bürümüştü. Daha sonra yürüyerek İzmir’e geri döndüm” dedi.
Ölümle burun buruna
Bornova yangınının kendini derinden sarstığını söyleyen Sorhun, ikinci büyük yangının 1994 yılında Çanakkale’de çıktığını söyledi. Sorhun, bu yangında Çanakkale Orman Bölge Müdürü Talat Göktepe’nin yanarak şehit olduğunu ifade etti. Üçüncü büyük yangının, 5 Nisan 2000’de Bursa-Balıkesir arasındaki beş bin hektarlık alanı kapsayan bölgede çıktığını belirten Sorhun, “Artık nerede bir yangın duysam, hemen o bölgeye gitmeye başladım. Üç ayrı orman yangınını söndürme mücadelesi sırasında hep ölümle burun buruna geldim. 1987’den beri 72 il, 1680 ilçe ve dört bini aşkın köy dolaştım. Tabii, yürüyerek dolaştım. Yolda gördüğüm herkese orman sevgisini anlattım. Yeşilin önemine vurgu yaptım. Nerede ne şekilde yangın çıktığını iyi bilirim” diye konuştu. 81 ilimiz olduğuna göre geriye Sorhun’un gideceği 9 il kalmış oluyor.
Yılmadan yola devam
Yürüyüşleri sırasında karşısına çıkan herkese bilgi aktardığını, bir yerde yürüyerek eğitim verdiğini söyleyen Sorhun, engeline rağmen hiçbir zaman yılmadığını, ölünceye kadar da bu tür çalışmayı sürdüreceğini belirtti. Gelecek nesillerin ormansız kalmaması için mücadelesini sürdüreceğini ifade eden ‘Orman Adam’ın, vatandaşlardan bazı talepleri var. Ormanlık alanın sadece piknik yeri olmadığını, bu bölgelerde birçok canlının yaşadığını, çıkan yangınlar sonucu pek çok türde hayvanın yok olduğunu, telef olanlarını gördüğünde içinin yandığını söyledi.
Kireç ve kükürt
Yorulduğunda geceleri ormanda konaklayan Sorhun, yiyecek ve içeceğini yanında taşıdığını, duruma göre akaryakıt istasyonları ve lokantaların olduğu yerlerde mola verdiğini, kesinlikle karanlıktan korkmadığını söyledi. Ormanda gece konaklayacaksa ağacın etrafına kireç ve kükürt döktüğünü, bu sayede sürüngen hayvanların kendine yaklaşmadığını belirten Sorhun, “Ayrıca ateş veya mum yakarım. Kokuyu alan sivrisinekler bana gelmez. Bu anlattıklarımın dışında daha birçok korunma önlemim var” dedi.
İki lakabı var
Yaptığı eylemden büyük zevk aldığını, kişilere yeşil sevgisini anlatmanın haz verdiğini söyleyen Sorhun, iki lakabı olduğunu belirtti, “Biri Orman Baba, diğeri Evliya Çelebi. İkisini de söyleyen var. İsterseniz, rahmetli Recep Yazıcıoğlu ile tanışmamı anlatayım. Tokat’a yürümüştüm. Yazıcıoğlu da bu kentin valisiydi. Görüşme talebimi kabul etmişti. Mutlu olmuştum. ‘Ne amaçla yürüyorsun’ dedi. Benden sabit bir yanıt istiyordu. Teorik değil ama uygulamalı anlatırım dedim. Ceket ve gömleğini çıkarttırdım. Üst kısmı çıplak kaldı. Bunun üzerine, ‘Eğer ormanlarımız olmazsa, doğa da çıplak kalır’ dedim. Bu yaşadığım ilginç olayın ardından, ‘Valiyi Soyunduran Adam’ olarak da anılmaya başladım” şeklinde konuştu.
Küçük kızı çevreci
Sorhun, 30 yıldır gördüklerini, yaşadıklarını, hissettiklerini bir kitapta toplayacağını, eserinin adını da, ‘Yoldaki Adam’ veya ‘Yürüyen Adam’ olarak düşündüğünü söyledi. Eylemine eşinin ve iki kızının tam destek verdiğini, onların görüş ve önerilerinin kendisi için önemli olduğunu belirtti, “Küçük kızım çevreci, o da benim gibi. Şimdi Kastamonu yürüyüşüne odaklanıyorum. Bir aksilik olmazsa 4 Mayıs günü yola çıkacağım; sırt çantası, spor ayakkabısı, baston, dürbün, kamuflaj eşofman ve gıda yardımına ihtiyacım var. İnanın bunları söylerken yüzüm kızarıyor. Ama maddi durumum karşılamaya yeterli değil. Yoksa kesinlikle böyle bir talebim olmaz. Her yürüyüşüme ayrı bir isim koyarım. Şimdikinin adını, ‘Bir Fidan Bir Damla Su’ olarak düşündüm” dedi.
İhtiyacımız var
Gerçekten, engeline rağmen ormana bu kadar gönül vermiş birini şimdiye kadar hiç duymadım. Kendisini gönülden kutluyorum. Dile kolay, yıllardır il il, ilçe ilçe, köy köy dolaşıp, orman sevgisini anlatıyor. Bu kardeşimize sivil toplum kuruluşlarından 4 Mayıs’ta çıkacağı Kastamonu yürüyüşü için ben de yardım talebinde bulunuyorum. Veysel Sorhun gibi yeşile sevdalı vatandaşlarımıza çok ama çok ihtiyacımız var...
‘Doğanın intikamı feci olur’
Vatandaşları ormanı sevmeye ve duyarlı olmaya çağıran Sorhun, havaların ısınmaya başladığını, yangınların artabileceğini söyledi, uyarılarda bulundu: “Yangın mevsiminde önce yine yollara düşüyorum. Halkımızı broşür ve el ilanlarıyla uyarıyorum. Bir ağacın neler verdiğini, nasıl büyüdüğünü anlatıyorum. Doğayı katlettiğimiz için yılda dört milyon toprağımız erozyana gidiyor. Doğanın intikamı feci olur, kimseye acımaz.”
Gelin ve damadı kurtardı
30 yıllıdr yollarda olduğunu tekrarlayan Veysel Sorhun, çok fazla anısı olduğunu belirtti, şöyle devam etti: “1997’de İzmir ve Muğla üzerinden Antalya’ya gidiyordum. Yürüyüşüm sırasında bir ses duydum. Yanımda, aağaçtan yaptığım ok haline getirdiğim sopalar vardı. Bir kadın ve erkeği ormana kaçırıyorlardı. Erkeği ağaca bağladılar. Bu sırada yanımda getirdiğim mantar ve tel aklıma geldi. Mantarı barutun içine koydum. Teli de ay şeklinde bağladım ve fırlattım. Patladığında iki kişiyi kaçıran zanlılar korktu, panikledi. Sağa sola koşmaya başladı. Birisini, yapmış olduğum okla ayağından yaraladım. Diğeri kaçtı. Bir süre sonra jandarma geldi. Adamı teslim ettim. Kaçırma nedenini öğrendiğimde şok oldum. Meğer kaçırdıkları kadın ve erkek yeni evlenmiş. Para ve takılarını almak için kaçırmışlar. Yaşanan bu olumsuzluğun ardından damadın babası beni yarım altınla ödüllendirdi.”