23 farklı milletten 110 kişi, Plancius’un güvertesinde Ushuaia ile vedalaşıyoruz. Ellerimizde fotoğraf makineleri, kameralar, devasa, karlı dağları, denizi, şehri bir kareye sığdırmaya çalışarak dünyanın sonuna elveda, bilinmeyene merhaba diyoruz. Beagle Kanalı’nın sakin sularından deniz aslanları geçiriyor bizi. Ushuaia, el fin del mundo olarak tanınıyor yani dünyanın sonu. Dünyanın en güney ucundaki şehir olması bu ünvanı kazanmasını sağlıyor Arjantin’in bu küçük kentinin. Ama oradan ötesi de var elbet ve bizim yolculuğumuz tam da oraya, dünyanın sonunun ötesine, Antarktika’ya.
Plancius, 1976’da, deniz teknolojisi araştırma gemisi olarak inşa edilen, Hollanda bayraklı, 2004 yılında oceanwide tarafından alınıp, 2009 yılında tamamen yenilenen, bizi Antarktika’ya ulaştıracak olan gemimizin adı.
İki gün iki gece Drake Boğazı’nın azgın dalgaları ne uyumamızı mümkün kılıyor ne de gemide görevli, konularında uzman olan personelin. Güney Kutbu kuşları, foklar ya da penguenler hakkında verdikleri, bilgilendirici derslere katılabilmemizi. Görebildiğimiz tek şey okyanus, iki gün boyunca ve penceremizi yalayan dalgalar. Atlas Okyanusu’nun Pasifik Okyanusu ile birleştiği, Arjantin’i Antarktika’ya bağlayan Drake Boğazı’nı aşmak çok keyifli bir deneyim olmuyor açıkçası. Ta ki yola çıkışımızın üçüncü gününün sabahı uyandırma anonsundan (her sabah yedide) yarım saat önce expedition liderimizin heyecanlı sesiyle uyanana kadar. Gemiye binişimizin üzerinden henüz bir saat bile geçmemişken yapmış olduğumuz çok ciddi acil durum tatbikatını hatırlıyorum ve irkilerek kalkıyorum yataktan. Ama anonsun ne ile ilgili olduğunu anlar anlamaz hemen giyinip, fotoğraf makinemi de alarak güverteye atıyorum kendimi. Katil balina (orca) sürüsü, bir yavru üyesiyle birlikte gemimize eşlik ediyor. Geminin bir sağında, bir solundalar. Ve yaklaşık bir saat sonra sıkılıyorlar bizden sanırım ki gidiyorlar.
Güvertede herkes heyecanla ne kadar güzel olduklarını konuşurken birisi ‘balina’ diye bağırıyor, ‘saat dört hizasında’. Çok yakınımızda olmasa da kambur balinayı tanıyoruz hemen. Nefesini verirken çıkarttığı ses oldukça kuvvetli ve dışarı çıkan buhar sayesinde kolayca takip edebiliyoruz. Dalıyor yavaş yavaş ve hepimizin heyecanla beklediği o ana yaklaşıyor, muhteşem kuyruğunu dans eder gibi sunuyor bize ve ardından ufukta kayboluyor. İki gün boyunca deniz ve dalgalardan başka hiç bir şey görmemiş bizlere, yasadığımız gezinin heyecanlarını tekrar hatırlatıyor bu sabah olanlar. Öğlenden sonra yağmur çizmeleri veriliyor herkese ve bütün yolcular salonda toplanıyoruz brifing için. Yarın büyük gün, ilk defa karaya ayak basacağız. Gün boyunca buzdağlarına bakıp iç geçiriyorduk, yarın biz de kendimize o beyazlığın içinde geçici yerler edineceğiz. Brifingde Antarktika’ya ayak basmanın ne kadar ciddi olduğunu tekrar hatırlıyoruz. Botlar gemiye her iniş ve binişte dezenfekte edilecek, hayvanlara, kendileri gelmediği sürece, beş metreden fazla yaklaşılmayacak, karadan hiçbir şey alınmayacak ve bırakılmayacak ve zodyak biniş alanındaki duvarda yer alan, herkesin oda numarasına göre düzenlenmiş kartlar, gidiş ve dönüşte, dışarıda ya da gemide olarak, sadece ve sadece kişinin kendisi tarafından değiştirilecek.
Karada kimsenin kalmadığını, herkesin gemide olduğunu anlamanın basit fakat sorumluluk gerektiren yöntemi bu. Olası bir tohum ya da bitki tozlarının varlığına karşın kıyafetlerimizin cepleri ve cırtcırtları da elektrik süpürgesiyle temizleniyor bugün. Bu buzul kıtasına ait olmayan bitki ve yaşam formunun yanlışlıkla da olsa kıtaya taşınmaması için gerekli bir önlem.
Yola çıkışımızın dördüncü günü, sabah dokuzda Cuverville Adası’na ayak basıyoruz. Adada yoğun şekilde penguen kolonileri var ve tam da kuluçka dönemleri. Gentoo cinsi penguenler bunlar ve gezimiz boyunca karşılaşacağımız dört farklı penguen türünden en yaygın olarak karşımıza çıkanı. Koku dayanılacak gibi değil ilk başta ama alışılıyor.
Kril adındaki, karides benzeri deniz canlısı ile beslenen penguenler, pembe, turuncu dışkılarını her yere yaymış durumdalar. Biz karaya ayak basar basmaz ayağımıza geçirdiğimiz kar ayakkabılarına rağmen bata çıka yürürken onlar uzun suren uğraşlar sonucu, aynı yolu takip ederek açtıkları penguen otobanlarında paytak paytak bize bakıyorlar, korkusuz ama meraklı gözlerle. Yerleşimin olmadığı bu kıtada, insan korkusunu bilmeden yaşamlarını sürdürüyorlar.
İkinci inişimiz Neko Harbor’a. Devasa buzuldan gözlerimizi ayıramadan yürüyoruz sonsuz beyazlıkta. Gemiden arkadaşlarımız kanolarından el sallıyor bize ve günün sonunda arzu edenler kendilerini okyanusun buzlu sularına bırakıyorlar. Yüzmek değil de bir girip çıkma diyelim, penguenlerin şaşkın bakışları altında.
Bu çaresizlik ne yazık ki son olmayacak bu gün. Öğlenden sonraki zodyak turumuza güneşli bir hava eşlik ediyor. 11 kişilik 10 zodyak, deneyimli kullanıcılarımız ile buzdağlarını keşfe çıkıyoruz. Beyazlık ve mavilik içerisinde kendimizi kaybetmişken birden bire su donmaya başlıyor etrafımızda, motor suyla temas etmiyor ve biz olduğumuz yerde kalıyoruz. Tam da muhteşem güzellikteki mavi buzdağı ile metrelerce yükseklikteki beyaz olan arasında. Bizimle aynı durumda olan 4 zodyak daha var. Yaklaşık 45 dakika boyunca buzların arasında sıkışmış, kıpırdayamaz bir halde bekliyoruz. Ve tekrar şapka çıkartıyoruz doğaya. Gemimizin tecrübeli kaptanı, buzları yara yara geliyor bizi kurtarmaya.
Yıllardır ilk defa böyle bir olayla karşılaşıldığını söylüyor herkes. Bu da bizim şansımız. Antarktika’da küçük biz zodyak içinde, buzulların arasında mahsur kalmak herkese kısmet olmaz.
Bir önceki olaylı günümüz altıncı günün sabahı sakinleşiyor Port Lockroy vasıtası ile. Port Lockroy, II. Dünya Savaşı sırasında, askeri operasyonlar için kullanıldıktan sonra 1962 yılına kadar Ingiliz araştırma merkezi olarak çalıştırılmış ve 1966 yılından itibaren de müze olarak restore edilmiş olan istasyonun adı ve bizim bu günkü durağımız.1950’lerde kıtadaki yaşam şartlarını görmek için iyi de bir örnek. Ayrıca burada bulunan posta merkezinden küçük mağazada satılan posta kartları ve pullar ile ‘Antarktika’dan sevgilerle’ kartı postalamak mümkün. Kartlar ziyaretçi gemiler ile kıta dışına ulaştırılıyor elbette. Bir sonraki durağımız ise Paradise Bay. Burası gerçekten de adına yakışır bir koy. Bir saati aşan zodyak turumuzla devasa dağların, gerçeküstü buzdağlarının ve buzulların, uzakta bir görünüp kaybolan Mink balinasının ve buzların üzerinde yorgunluk atan fokların tadına vardık. Bu sakin, dingin koy gerçekten de beyaz bir cennetti.
Dönüşe geçmeden önceki son duraklarımızdan biri South Shetland adalarından olan Deception Adası. Yedinci günümüzün hedefi olan ucu açık bir daire seklindeki ada, halen aktif olan volkanın gerçekleştirdiği büyük bir patlama sonrasında yaşanan çökme ile oluşmuş ve bir zamanlar balina avcılarının gözde yerlerindenmiş. Balina avcılığı zamanından kalan binalar ve balina kemikleri, kurumuş lavların arasında bizi bekliyordu adaya ayak bastığımızda.
En son 1969 yılında, Şili araştırma istasyonunu lavlar altında bırakan bu aktif volkanlar, adanın yüzeyindeki gözle görülür bir sis tabakasının varlığının da nedeniymiş.
Biz Deception Adası’nı sisler içerisinde bırakarak son inişimizi gerçekleştirecek olmamızın hüznü ile Half Moon Adası’na varıyoruz. Foklar bizimle birlikte karsımızdaki Livingston Adası’nı seyre dalmış gibiler. Hava sıcaklığının, güneyde olmamız nedeniyle, daha yüksek olması, penguen yavrularını görme şansımızı arttırıyor ve minicik yavrular, annelerinin altından başlarını kaldırıp bizimle göz göze geliyor.
Bunlar burada kolonisi bulunan chinstrap cinsi penguenler. İsimlerini çenelerinin iki yanındaki ikişer, siyah çizgiden alıyorlar ve daha önce gentoolar arasına karışmış olarak gördüğümüz bir iki adelie cinsi ile birlikte, karşımıza çıkan üçüncü tür penguenler. Ve Half Moon Adası’nda şans bir kere daha yüzümüze gülüyor. Bir tane evet sadece bir tane macaroni cinsi penguen, yüzlerce chinstrapin arasından kendisini gösteriyor.
Dönüşe geçmeden önce deniz tutmasına karşı ilaçlarımızı alıyoruz ve tekrar Drake Boğazı ile karşılaşmaya hazırlıyoruz kendimizi. İki günümüz daha denizde geçiyor ve üçüncü günün sabahı Ushuaia limanı karşılıyor bizi. Plancius aynı gün yeni gezginlerini alıp geri dönecek beyaz kıtaya. Biz ise dünyanın sonundan bir kez daha el sallıyoruz ufka doğru ve söz veriyoruz, ‘ bir kere daha geleceğiz.’