Türkiye, Anayasa ile birlikte siyasi sistemini değiştiriyor. Anayasa değişikliği Meclis’ten sonra halktan da onay alırsa Türkiye’de yeni bir dönem başlayacak. Hiç şüphesiz ki bu değişim, siyasal sistemin niteliksel bir dönüşümü anlamına geliyor. Politik ve hukuki kurumların tümü yeniden yapılanacak, bunlara yeni kurumlar eklenecek, kurumlar arası iletişim mekanizması ve bürokrasi yeniden şekillenecek. Peki siyasal, idari ve hukuki alanlarda bu boyutta bir değişim olurken, Türkiye ekonomisinin bu niteliksel siyasi değişimden bağımsız eskisi gibi devam edeceğini savunabilir miyiz? Tabii ki hayır...
Ancak son günlerde şu kur meselesiyle ilgili olarak yapılan tartışmalara baktığımda “eski” düzenlerinin hiçbir şekilde bozulmamasını isteyenler ekonomide de hem kurumların hem de ekonomi yönetiminin temel ideolojisinin hiç değişmeyeceğini umuyorlar. Hatta ummaktan öte eski sistemin aynen devam etmesi için her türlü spekülasyonu-baskıyı yapıyorlar.
TCMB ne yaptı?
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) geçtiğimiz hafta attığı ve devam ettirdiği adımlar, hiç şüphesiz ki eski ezberleri bozan, hatta birilerinin kurduğu ve uzun zamandır uyguladığı çıkar kovanına çomak sokan, burayı dağıtan yenilikçi uygulamalardı. TCMB, daha önce de uyguladığı “istisnai gün” uygulamasına benzer bir şekilde haftalık repo ihalesini iptal etti ve bankaları gecelik borçlanma mekanizmasına (üst bant) ve geç likidite penceresine yönlendirdi. Yani bankalar, faizin 8.50 olduğu gecelik borçlanma imkânını kullandılar. Geç likidite penceresine başvurunun sınırlı olacağını söyleyebiliriz. Ancak öyle istisnai bir gelişmeler olur ki Merkez Bankası sistemi doğrudan buraya da yönlendirebilir. Bu bir para politikası aracı mıdır; evet. Çünkü Merkez Bankası, aynı anda, bankalar arası para piyasasında da borçlanma limitleri getirerek, kolay ve ucuz TL borçlanıp gereksiz ve spekülatif dolar talebini de önledi. Bankaların döviz zorunlu karşılıklarında yapılan 0.50 puan indirimi ve bununla birlikte sisteme sağlanan 1.5 milyar dolarlık döviz rahatlığını da bu adımlara eklersek, atılan adımlar, bir bütün olarak, şimdiye değin kurulmuş ve devam ettirilmiş bir tezgâhı bozdu. TCMB, döviz swap mekanizması yoluyla TL’yi destekleyecek ve banka sistemini döviz pozisyonu açısından rahatlatacak önlemleri de yakında devreye sokacak. Bu, yeni dönem merkez bankacılığıdır.
Oyun bozuldu...
Bunun bozulması üzerine o bildik yerlerden feryatlar başladı. Neymiş TCMB, bankaları nasıl geç likidite penceresine yönlendirirmiş, burası hesabını kitabını bilmeyen ya da çok zor durumda olan bankaların başvuracağı bir mekanizmaymış, bir para politikası aracı değilmiş, piyasayı yanlış yönlendir-mekmiş. Bankaların itibarı sarsılırmış. Evet, bunları açıktan, köşe yazısı diye yazdılar. TCMB’nin bu adımlarıyla dolardaki köpük gitmeye başlayınca Fitch’e hemen açıklama yaptırdılar; “Türkiye’nin notu inebilir” diye... Ama bir kere oyun bozulmuştu, spekülatörler eskisi gibi kolay ve ucuz TL bulamıyorlardı.
Geç likidite penceresi burada, aynı zamanda, bir opsiyondu ve aslında Merkez Bankası’nın “Sizi buraya da yönlendiririm, TL şu sıralar sizin carry-trade müşterileriniz ve sığ havuzda yapacağınız dolar spekülasyonunuz için o kadar ucuz ve kolay ulaşabileceğiniz bir para değil mesajının teknik ifadesiydi. Sonuçta ne oldu, oyun bozuldu. Ama bu oyunu yıllardır oynadılar, yani Merkez Bankası bunların havuzuna suyu dolduruyordu, bunlar da oradan kovalarını dolduruyorlardı. Yıllardır Türkiye’yi yüksek faiz, gereksiz değerli TL cenderesine soktular ve bir borç-ithalat ekonomisini inşa ettiler. İstemedikleri bir siyasi ya da ekonomik gelişme olduğunda da Merkez Bankası’ndan aldıkları ucuz TL ile dolar talebini yukarı çıkararak kur tehdidi oluşturdular. Siyasi iktidarı tehdit ettiler Merkez Bankası’nın parasıyla...
Tabii bir diğer oyun da Hazine’yi yüksek faizden fonlamaktı. Burada yapılan ihalelerde nasıl bir danışıklı dövüş olduğunu, faizin nasıl yukarı çekildiğini biliyoruz. Buradaki oligopol piyasanın nasıl işlediğini biliyoruz. Rekabet Kurumu gibi kurumlarımız buraya daha fazla dikkat etmelidir.
İşin özü...
Ancak işin özü şudur: Türkiye yeniden doğuyor. Bu, hiç şüphesiz ki ekonomiyi tümüyle kapsayan bir yenilenme... Türkiye, artık yüksek faizle suni bir şekilde, soygun amaçlı değerlendirilmiş TL ile yola devam etmeyecek. Ancak bu, yalnız bir para politikası değişikliği değildir. Ekonomide kurumsal bir nitelik değişimidir de... Türkiye bu yönde güçlü adımları atıyor.
İşte Varlık Fonu’nun kurulması böyle bir adımdır. TCMB’nin yenilikçi ve gerçekçi politikalar izlemesi böyle bir adımdır. Kredi Garanti Fonu’nun şemsiyesinin 250 milyar TL’ye Hazine desteğiyle büyütülmesi böyle bir adımdır. Şimdi banka sistemi de tüm bu adımları okuyarak, daha sağlam ve üretimi, ihracatı finanse etmek üzere kendisini yapılandırmalı ve spekülatif-ipotek bankacılığına son vermelidir.
Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur; Borç, ithalat, montaj ekonomisini değil, üretimi ve insan odaklı yeni ekonomiyi, bu bağlamda yenilikçi, kapsayıcı bir büyümeyi destekleyeceğiz. Banka sistemi de bu ekonomiye destek vererek ayakta kalacak ve yoluna devam edecek. Türkiye’nin başka bir alternatifi yoktur.