Bayram ve tatil günlerini de çıkartırsak, seçimlere -iş günü olarak- neredeyse birkaç gün kaldı. Bundan dolayı da ekonomide olan biteni çok dikkatli olarak izlemenizi öneririm. Geçen haftanın son iş gününde derecelendirme kuruluşlarından arka arkaya ekonominin en hassas alanı olan bankacılık sektörüne dönük olumsuz sinyaller gelmişti. Bu sinyallerin, bir algı yönetimi olarak, devam edeceğini ve programlanmış olarak, her hafta sonunda -düzenli bir biçimde- hem kuru hem de faizleri yukarı çekmek için kullanılacağını söyleyelim.
Biz bu köşede defalarca Türk banka sisteminin dünyanın en sağlam banka sistemlerinden biri olduğunu anlattık durduk. Türkiye’deki banka sistemi, kamu bankaları dâhil olmak üzere, 2001 krizinden sonra çok köklü bir dönüşüm geçirdi. Uluslararası regülasyonları tahkim edecek son derece köşeli yasal düzenlemeler yapıldı ve bu düzenlemeleri bankalar büyük bir özenle takip etti. Bütün bu süreçte banka sistemi, aynı zamanda, başta Avrupalı bankaların katılımıyla da yerel olmaktan ziyade uluslararası bir boyut da kazandı.
Gerçekler...
2001 düzenlemeleri ve sonrasındaki küreselleşme dinamiği Türkiye ekonomisindeki hızlı düzelme ve büyümeyle birleşince banka sisteminin hem sermaye yeterlilik oranları düzeldi hem de sistem, bireysel ve kurumsal operasyonlarda, dünya ortalamasının çok üzerinde karlılıklarla devam etmeye başladı. Hatta kimi bankalarımız, bu yılın başında geçilen bir uygulama olmasına rağmen, UPRS-9 sisteminin bile üzerinde karşılıklarla çalıştılar ve buna rağmen yüksek faaliyet kârı elde ettiler. (Güncel olarak banka sistemimizde karşılık ayırma oranı 75.1’dir.)
Bankacılık sektörünün 2018 için beklenen öz sermaye kârlılık oranı yüzde 14.80’dir. Bu son beş yılın en iyi oranıdır. Şu anda bu oran 16.3’tür. Sermaye yeterlilik oranı ortalaması da 2017 yılı için 16.8, şu an 16.4'tür. Çekirdek sermaye rasyosu da 14’tür. Kredilerin takibe dönüşüm oranı da 2017 yılında yüzde 3.0 iken, şu anda bu oran 2.8’e inmiştir. Kaldı ki 2017 yılında başlayan KGF uygulaması banka sisteminin bilançosunda alacak tarafını güçlendirmiştir. Son iki yılda Türk banka sisteminde görülen tek olumsuzluk mevduatın krediye dönüşüm oranının bozulmasıdır. 2017 yılı için yüzde 126.5 olan bu oran 2018 yılında düzelmeye başlamış ve 124.4 oranına gerilemiştir. Ancak aktif kalitesi ve öz sermaye kârlılığı hayli yüksek olan sektörün mevduat dışı kaynak bulması da hiç sorun değildir. Türk banka sistemi, yüksek alacak kalitesiyle sermaye piyasaları için de hayli nitelikli ürünler üretebilir ve kaynak ihtiyacını bu zeminde de maksimize edebilir. Bu bağlamda bugün geleneksel mevduata dayalı bankacılık, tüm dünyada geriye gitmekte bunun yerini girişim sermayesi odaklı, sermaye piyasalarına yönelik kaynak girişinin yoğun olduğu yeni bir bankacılık anlayışı almaktadır. Türkiye’de buraya yönelecektir.
Şimdi ben seçime beş kala Türk bankalarıyla uğraşmaya başlayan malum derecelendirme kuruluşlarına soruyorum: Bu oranlar uluslararası bütün regülasyonları karşıladığına göre, bu operasyonları hangi saikle yapıyorsunuz? Bugün Türk bankaları ile ortak olan Avrupa bankalarının bu ortaklıklar sayesinde konsolide bilançolarını düzelttiğini siz de biz de biliyoruz.
Derecelendirme kuruluşlarının ve onlara eşlik eden tetikçilerin manipülatif raporları ile bugün Türk banka sisteminin borsada da değerlenmesi çok alt düzeylere inmiştir. Marka ve defter değerlerini hiç yansıtmayan çarpan oranlarıyla fiyatlanan banka hisselerinin biz önümüzdeki günlerde çok hızlı değerleneceğinin tahmin ediyoruz. Çünkü bu alanda seçimlerden sonra sistemi daha da iyileştirecek, güvence altına alacak reformlar gelecektir.
Saldırının iki nedeni...
Peki, tam da şu günlerde Türk banka sistemine dönük bu saldırının asıl amacı ne? Bunun iki amacı var; birincisi tabii ki banka sistemine dönük bu saldırı Türkiye ekonomisine dönük saldırının bir parçasıdır. Seçimlere az bir süre kala Türkiye’yi kur-faiz tuzağına sokup, ekonomide kriz algısını oluşturmaya çalışıyorlar. Bunu biliyoruz ve biz bu saldırıları bekliyorduk. Bu konuda ilgili kurumlarınız gerekli önlemleri aldılar ve seçim sonrası bu algının nasıl tersine döneceğini göreceğiz. Türkiye ne İtalya ne de Arjantin’dir. Bunu herkes yaşayarak görecek.
Türk banka sistemine saldırının ikinci temel nedeni, Türk bankalarına Batı kökenli banka ve finans kurumları dışında da ortak olma ya da satın alma taleplerinin gelmeye başlaması ve özellikle başta Çin olmak üzere, hızla gelişen Asya finans piyasalarının ve banka sisteminin Türkiye’ye gelmek istemesidir. Örneğin, bu ipliği pazara çıkmış derecelendirme kuruluşları Türk banka sistemine saldırırken, Çin’in ve dünyanın en büyüklerinden olan Bank of China, BDDK’dan gerekli izinleri alarak, geçen ay resmen faaliyete başladı. Körfez'den gelen talepleri ve burada devam eden satın alma sürecini ise biliyoruz.
Türk banka sistemi, 2001 krizinden sonra sağlamlaşarak küreselleşti ancak içi boşalmış Avrupa bankalarının krizini de içeriye hiç bir zaman taşımadı. Çünkü burada ilgili kurumlarımız çok dikkatli davrandı. Şimdi hem defter değeri olarak hem de kârlılık olarak çok avantajlı olan sisteme, güçlü Asyalı gruplar giriş yapacaktır. Bunun işaretlerini görüyoruz ve müjdesini ben şimdiden vereyim. Bugün bu derecelendirme kuruluşlarının tam da bunu engellemeye çalıştığını söylemeliyiz.
Ancak bunlara rağmen, Türkiye enerjiden sonra da banka ve finans alanında da Asya’nın gücünü Batı’ya taşıyan bir köprü olacaktır. Sefalet içinde yüzen, 2008 kriziyle çoktan çöp olmuş, çürüyen sermayenin temsilcisi derecelendirme kuruluşlarından bu gerçeği anlatmasını beklemiyoruz zaten ama bunu engellemek istediklerini de biliyoruz.