Türkiye’de 15 Temmuz’un nasıl büyük bir dönüşüm olduğunu/olacağını anlatmak için birçok örnek bulabiliriz. Ama bence en önemli örneklerden biri, şu Varlık Fonu... Şu sıralar kurulmakta olan Türkiye Varlık Fonu ya da uluslararası ismi ile devlet refah fonu (Sovereign Wealth Funds) bize göre, şu 15 Temmuz’u yaşamasaydık kurulamazdı. Çünkü Türkiye devleti 15 Temmuz’da halkın gösterdiği cesareti göstermezse, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi güvenliğinin olmayacağını idrak etti. Bunun için şimdiye kadar ezber olmuş, kanıksanmış öğretiler, uygulamalar gözden geçirilmeye başlandı. Türkiye’nin gelişmiş ülkelerin yıllar önce attığı adımların, şimdiye değin neden atmadığı sorgulandığı gibi bu adımların hemen -bugün- atılması gerektiği de ortaya çıktı ve biz bu adımları atmaya başladık. Türkiye Varlık Fonu’nun kurulması bu konuda belki de en somut örnektir. Çünkü bu fonun kurulmasıyla ilgili tartışmalara baktığımda çok ilginç bir tablo karşımıza çıkıyor. Varlık Fonu’na itiraz edenleri bir siyasi tarafta toplayamıyoruz. Siyasi yelpazenin “sol” tarafında olanlar mesela CHP Varlık Fonu’na karşı çıkıyor ama aynı gerekçelerle sağ-liberal taraf da bu girişime karşı çıkıyor. Hatta iktidar partisi içinde de bu adımı şaşkınlıkla karşılayanların olduğunu biliyorum. Yani, “Tamam kurulsun ama beklenen sonucu vermez, boşu boşuna böyle şeylerle vakit kaybediyoruz” diye düşünenler var. Hatta daha ileri gidenler Varlık Fonu’nun Türkiye’nin geleceğini rehin etmek olduğunu bile yazdılar.
Asılsız itirazlar
Ama bu tarz abartılı sübjektif değerlendirmeleri bir kenara bırakacak olursak, teknik olarak Varlık Fonuna itiraz, bu tür fonların ancak cari işlem fazlası veren, petrol, doğal gaz gibi çok önemli kaynaklarda net ihracatçı olan ve merkez bankalarında bu yolla “ihtiyaç fazlası” döviz birikmeye başlayan ülkelerin bu ekstra birikimlerini değerlendirmek için varlık ya da refah fonu kurabilecekleri söylemidir. Aslında bu tür ülkeler bu fonları 50’li yılların sonundan itibaren kurmaya başladı ve son yıllarda bu fonlar, gelişmiş ülkeler dışında, petrol ihracatçısı Körfez ülkeleri ve cari fazla veren Pasifik Asya ülkeleri tarafından kurularak hatırı sayılır büyüklüklere ulaştı. Öyle ki doksanlı yılların başında ancak 500 milyar doları bulan ülke refah fonları, bugün trilyonlarca doları bulan bir büyüklüğe erişmiştir. Özellikle petrol ihracatçısı Körfez ülkelerinin petro-dolar birikimleri yetmişli yıllardan itibaren, başta ABD ve İngiltere merkezli olmak üzere küresel finans sistemine dahil olmuş ve bu fonlar, sistemin düşen kâr oranlarını finansallaşma yoluyla telafi eden en önemli kaldıraçlardan sayılmıştır. Ancak bütün bu süreçte de Türkiye gibi ülkeler, bu hızlı ve çarpık finansallaşmanın kurbanı olmuştur. Çünkü trilyonlarca dolarlık fon havuzu, kur ve faiz avantajı için gelişmekte olan ülkelere girerek bu ülkelerin borç-gelir dengesini ancak bir kriz halinde düzelecek şekilde bozmuş ve bu ülkelerde sıralı finansal borç krizleri birbirini izlemiştir. Bu soyguna gelişmekte olan ülkelerde yağmaya dönüşen özelleştirme uygulamaları da eşlik etmiştir.
Aslında özelleştirme blok doğrudan varlık satışı olarak ele alınmış ve bu yolla birçok gelişmekte olan ülke dışarıya kaynak aktarmıştır. Böyle olunca, cari açık veren gelişmekte olan ülkeler, sürekli borç üreten, dış finansal saldırılara açık, yüksek faiz çevrimiyle dışarıya kaynak aktaran ithalat ekonomilerine dönüşmüştür. İşin garip tarafı, bu ülkelerin dış açıkları bu fonlarla finans edilmiştir. Yani Türkiye gibi ülkelerde borç ve yatırım açıkları büyürken, bu varlık fonlarını kontrol eden merkezlerde fon büyüklükleri geometrik olarak artmıştır. İşin bir diğer yanı da açık veren ülkelerde para ve sermaye piyasaları da derinleştirilmemiştir. Yani bu ülkelerin ulusal varlıkları blok olarak satılarak, menkul kıymetleştirme şeklinde özelleştirme yapılmamıştır.
Niçin kuruluyor?
Şimdi Türkiye, bu soygun mekanizmasını aşıyor. Varlık Fonu’nu biz geleneksel bir anlayışla kurmuyoruz. Bu klasik bir istikrar fonu ya da tasarruf fonu değildir. Bu ikisini de barındıran ama bunları aşan yeni bir adımdır. Türkiye Varlık Fonu ile birlikte, ulusal kaynaklarını, birikimlerini menkul kıymetleştirerek, bu kaynakların, birikimlerin sahibine -yani millete- verecektir ki Varlık Fonu’nun temel kaynağı ve mantığı bu olacaktır. Türkiye bu fonla, tasarrufların yatırımlara dönüştürme mekanizmasını bir bakıma millileştirmiş olacaktır. Böylece çok büyük ve ekonomide dışsallık oluşturacak yatırımlar için bütçe ve yap-işlet-devret modeli dışında etkin ve kontrollü bir yeni finansman modeli geliştirmiş olacağız. Şimdi birçok kurumun Özelleştirme İdaresi’ne varlıklarının ve ticari hisselerinin devredilmesi bu devlet kurumları kuralsız özelleştirilecek eleştirilere yol açtı. Oysa bu kurumlar Özelleştirme İdaresi’ne yeniden değerlendirilmek ve böyle bir fonun kaynağı olmak üzere devrediliyor.
Bu, aynı zamanda, devletin elindeki millet varlıkları, değerlerini doğrudan milletin idaresine, tasarrufuna vermek anlamına geliyor. Bu hiç şüphesiz, yeni bir özelleştirme daha doğrusu, Türkiye’nin varlıklarını menkul kıymetleştirerek, milletleştirme devrimidir.
Bu mekanizma tabii ki tıpkı G. Kore’de ve diğer ülkelerde olduğu gibi, uluslararası denetime tam açık ve şeffaf olacaktır.
Görüldüğü gibi, 15 Temmuz bütün ezberlerin bozulduğu yeni bir dönemin adıdır.