Dün gelen ocak ayı enflasyon verisi birçok açıdan değerlendirilmesi gereken bir eğilimi bize işaret ediyor. Tüketici fiyatlarının beklentinin altında düşmesi önemli ama bundan daha önemli olan, üretici fiyatlarındaki hatırı sayılır düşüş oldu. Üretici fiyatlarında, yıllık bazda, yüzde 15.47’den 12.14’e düştük. Tüketici fiyatları ise son altı ayın en düşük sevisine geriledi.
Tabii ki enflasyonun, Merkez Bankası'nın tahmin ettiği gibi, yılın ilk çeyreğinde gerileme trendine girmesinde birçok faktör etkili oluyor. Merkez Bankası’nın ısrarla vurguladığı sıkı para politikası duruşu, iç talep dinamikleri, kur etkisi ve dış fiyatlamaların seyri önemli faktörler. Ancak genel trend itibarıyla düşüşün kaynağının üretim tarafında olması dikkat çekici bir durum. Burada üretim tarafındaki enflasyon düşüşünün sanayideki özellikle imalat sanayiindeki kapasite kullanım oranı artışı ve ciro endeksi artışıyla birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Buna 2017 Kasım ayından itibaren hızlanarak yukarı çıkmaya başlayan ve 2018’in ilk ayında da bu artışını sürdüren PMI (Satın Alma Yöneticileri Endeksi) eşlik ediyor.
Kredi ve enflasyon...
Burada bir diğer dikkat çekici veri seti ise bankacılık kesimindeki kredi genişlemesi trendini yansıtan veriler. Banka sistemindeki toplam kredi genişlemesi Kredi Garanti Fonu (KGF) desteklerin kullandırmaya başlandığı Mart 2017 den itibaren hızla yukarı çıkmaya başlıyor, kur ve parite etkisinden arındırılmış, şirketler kesimi kredileri, yıl sonunda yüzde 24.6 artış sağlıyor. Burada, bireysel krediler ise yıl sonunda ancak 14.9 artış sağlıyor ama bireysel kredi artışı Ocak 2018'de eksiye düşüyor.
Öte yandan, şirketler bazında kredi genişlemesi devam ediyor. Yine, aynı süreçte, işsizliğin düşmeye başladığını, ihracatın da -parite etkisi olsa da- artmaya ve büyüme trendine pozitif katkı verdiğini görüyoruz. Sanayideki bu hızlı çıkış, ithalatı yukarı çekiyor ama bu, tüketim bazlı bir artış olmadığı için, dış ticaret açığını sorunlu olarak artırmıyor. Yani cari açık, ithalatın ihracattan daha hızlı artmasına rağmen, tehlikeli bir seyirde genişlemiyor.
Hane halklarının kredi kartı borçluluğu da 2017 yılı için, yatay ve sorunsuz devam ediyor. Yani tüketim tarafının büyümeye pozitif katkısı hanehalklarının net geliri kaynaklı oluyor ve hane halkı borçlanması, hızlı büyümeye rağmen, artmıyor. Aynı süreçte gelir dağılımında da göreli düzelme görüyoruz.
Öte yandan, mevduat bankalarının mevduatın krediye dönüşüm oranı da yüzde 117’ler seviyesine inerek göreli bir düzelme gösteriyor. Yani özellikle KGF kredileri, mevduata dönmeye başlıyor ve mevduata bağlı kaynak sorununda düzelme görüyoruz. Yine, kredilerin takibe dönüşüm oranlarında sektör ortalaması yüzde 2.92 ile son yılların en düşük düzeyine geriliyor. KGF kredilerin takip oranı ise, yüzde 1’e bile yaklaşamayacak düzeyde seyrediyor.
Bütün bu rakamları başınızı ağrıtmak ya da bakın her şey rakamlarla ne kadar iyi gidiyor demek için yazmadım. Bütün bu niceliksel seyir bizim şu varsayımlarımızı doğruluyor:
Varsayımlar ve ispatı...
Varsayım 1: Türkiye’de enflasyon parasal-tüketim tarafında realize olan bir olgu değildir. Enflasyon arz-üretim- tarafındaki yapısal sorunlara bağlıdır ve buradaki en önemli dinamikte yüksek finansman (faiz) maliyetleridir. Üreticinin ucuz ve kolay krediye ulaşımını sağlarsanız, üretimi desteklerseniz enflasyon işsizlikle birlikte düşer.
Varsayım 2: Banka kesiminin üretimi desteklemesini, piyasa şartları içinde sağlayabilirsiniz ve bunu yaptığınızda kredi genişlemesi enflasyonist etki yapmaz, tam aksine, biraz sabredersiniz, bu üretim yanlısı kredi genişlemesinin anti-enflasyoncu bir sürecin kapısını açtığı gibi, banka sisteminin sermaye yeterliliğini de yukarı çektiğini, bankaların devlete borç verme, emeklinin mevduatını, maaşını yüksek faizle toplama dışında da ayakta kalabileceğini hatta esas işinin üretimi desteklemek olduğunu anlarsınız. Biz KGF ile tam da bunu yaptık.
Varsayım 3: Üretimi destekleyen bir finans sistemi oluşturma doğrultusunda adım atarsanız bunun, enflasyonun işsizlikle birlikte işsizliği düşürdüğü gibi, cari açık noktasında da kalıcı bir iyileşmeye adım olduğunu anlarsanız.
Varsayım 4: Neoliberal saçmalıkların esiri olmaktan böylece çıkmaya başlarsanız, merkez bankasının, teori gereği hem faiz, hem kur hem de sonuç olarak enflasyon hedefleyemeyeceğini pratik olarak da anlarsınız. Merkez Bankası örtülü kur hedeflemesini bırakırsa hiçbir şey olmaz. Yüksek kur etkisiyle enflasyon olacağını sanıp, kur, enflasyon hatta her şey için faiz artırmak zorunda olduğuna inanan şaşkınlardan da böylece ülke kurtulmuş olur.
Varsayım 5: Üretimin artması ve sanayinin küresel rekabet içinde pazar payını artırmaya çalışması, rekabet etmesi teknoloji verimliliğini emek verimliliği aleyhine yukarı çıkartır. Karlar yukarı çıkar, ücretler ve genel refah artar. Bu da maliyecilerin kümesteki kazlardan ancak dolaylı vergilerle tüketim vergileri almasının önüne geçer. Çok kazanan çok az kazanan az vergi verir. Bütçe sağlıklı iyileşir, ülke dışarıya faizle kaynak aktarmaz.
Sonuç: Esasında bütün bu varsayımları (hipotezleri) biz KGF uygulamasıyla, 2017 yılında ispatladık. Yani bunlar varsayım (hipotez) olmaktan çıktı ispat (tez) oldu.
Şimdi bu gerçekler karşısında hâlâ içlerinde IMF’nin ruhunu taşıyanlar bu gidişatı önlemeye, bu kapsayıcı büyümeyi frenlemeye çalışacaklar. Ellerinden geleni artlarına koymasınlar; biz de öyle yapacağız çünkü...