Türkiye uzun bir süredir kur artışlarını, yüksek faizi ve bunların sonucu olan enflasyonu tartışıyor. Türkiye ekonomisinin bu sarmaldan çıkacak dinamiklerini barındırdığını aslında biz de dışarıdakiler de biliyor.
Bence Türkiye dışındaki zorluklar bizi çok daha fazla zorlayacak. Örneğin İtalya meselesi artık, tıpkı Yunanistan gibi, bir Avrupa Birliği sorunudur ama Yunanistan gibi yalnızca “geleneksel” kemer sıkma politikalarıyla geçiştirilecek, yüzdürülecek bir sorun değildir. Hiçbir ülkenin temel ekonomik sorunları, bundan böyle, geleneksel kemer sıkma politikalarıyla çözülemez zaten.
İtalya-AB ve Türkiye
İtalya Meclis Bütçe Komisyonu Başkanı Claudio Borghi’nin ülkesinin Euro’dan çıkması gerektiğini söylerken yalnız politik olarak değil, iktisadi olarak da çok haklı gerekçelere dayandığını artık tüm dünya biliyor. Tabii ki bu gerçeği Almanya’nın başına çektiği AB’nin hakim oligarşisi yine görmezden gelecek. Nitekim, Borghi’nin hemen arkasından İtalya Ekonomi Bakanı Tria, “Hepimiz Euro’ya bağlıyız ve onu korumak için sağlam politikalara ihtiyacımız var. İtalyan hükümeti sürdürülebilir ve güvenilir bütçe planına sahip olduğunu göstermeli” diyerek Almanya cephesine bağlılığını yeniledi.
İtalya, gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 130’u olan kamu borcunu makul seviyelere indirebilecek mi? (Türkiye’de bu oranın yüzde 28 olduğunu söyleyelim.) Bu çok zor, ayrıca 2019 yılında da bütçe açığını, yine gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 2.4 oranına indirmeleri çok zor.
Avrupa Merkez Bankası’nın bu politika setiyle ve bu kadar değerli ortak para birimiyle bu imkânsız. O zaman AB’den önce Euro Bölgesi’nin dağılması ve ortak para sisteminin bitmesi bizim yakın gelecekte konuşacağımız kötü senaryolardan biri. Bu durum, hiç şüphesiz ki AB’nin genişleme stratejisini de gözden geçirmesine yol açacak ve Türkiye-AB ilişkileri de bu yeni duruma bağlı olarak da şekillenecek.
Merkez Avrupa, Türkiye olmadan içinde bulunduğu krizden çıkamayacağını anlamaya başladı. Almanya’nın endişesi yalnız göçmenlerle sınırlı değildir, İtalya başta olmak üzere, uçuruma doğru giden büyük güney ülkeleri şu an Merkez Avrupa’nın en büyük sorunudur.
Türkiye’ye gelince, bizim şuna inanmamız gerekir; Türkiye, siyasi alanda yaptığı dönüşümü ekonomi alanında da başarıyla yapacaktır. Dün gelen enflasyon verisi bundan böyle nerelere odaklanmamız gerektiğini çok açık olarak da ortaya koyuyor.
Enflasyon ve tekeller
Eylül ayı enflasyonunun beklentilerin üzerinde gelmesi ve özellikle üretici fiyatlarının yüzde 46.15’le tarihi seviyede olması ve TÜFE-ÜFE farkının bu denli açılması şimdiye değin enflasyon konusunda odaklandığımızdan daha farklı noktalara odaklanmamız gerektiğini bize anlatıyor.
Eylül ayı enflasyon rakamları, bize göre, Türkiye ekonomisindeki en önemli sorunlardan birini bütün açıklığıyla ortaya çıkartıyor: Tekelci-oligopol, rekabetten uzak yapılanmalar ve bunların çarpık fiyatlaması... Bu sorun, yalnız bizde değil, bütün ülkelerde, farklı alanlarda da olsa, farklı zamanlarda ekonomik gelişmenin, gelir dağılımının en büyük sorunlarından olmuştur.
Örneğin Amerika, 1929 krizinden hemen sonra tekelci-oligopolcü ekonominin etkisini en aza indirmek için, bununla mücadeleyi New-Deal programının temel aksı yapmıştır. Türkiye de bu yapıyı ve bu ekonomik çarpıklığı kısa sürede dışarıda bırakacak bir programı ortaya koyamazsa, enflasyonla mücadele bir kısır döngü olarak ortada kalır. Şu unutulmamalıdır; enflasyon, aynı zamanda, bir gelir aktarım mekanizmasıdır. Ve bu mekanizma, yoksuldan zengine ve içeriden dışarıya doğru işler. Dolayısıyla, bugün enflasyonla mücadele temel çıkış alanlarımızdan biridir. Ve burada atacağımız en önemli adım da tam anlamıyla serbest rekabetçi-açık bir piyasa ekonomisinin bütünüyle işlerliğini sağlamak olmalıdır.
Aksak rekabet bile Türkiye gibi bir ekonominin uzun vadede kaldıramayacağı dinamiktir. Bu anlamda, bugün Türkiye ekonomisinin enflasyonla birlikte verdiği tablo, çözümün hızlı talep daralmasıyla yeni bir dengenin oluşmasından çok, küçük ve orta boy işletmelerin rekabetçi ekonomisini yaratmak olduğunu ortaya çıkartıyor.