İktisat bilimi, sosyal bilimler içinde, niceliksel ölçüme en elverişli bilim dallarından biri olarak görülür ancak iktisat alanında yoğun olarak kullanılan istatistik ve ekonometrik modellere rağmen iktisat da, öteki sosyal bilimler gibi, giderek artan oranda belirsizlik üretmeye başladı. Özellikle son yıllarda artan finansallaşma, kayıtlı üretimden kopuş, teknoloji rantının getirdiği belirsizlik alanları, dünyanın üretim merkezlerinin ve sermaye akışının hızlı değişimi bu belirsizliğin temel nedenleri... Tabii bütün bunlara istatistik yöntemlerinin ve modellerin gerçekleşmiş statik veriler üzerinden gelecek eğilimlerini hesap etmeleri gibi matematiksel çaresizlikleri de eklersek, ekonomide yoğun bir ölçme sorunuyla karşı karşıya olduğumuzu söylemek gerek. Bundan dolayı, bizim önümüze gelen ekonomik veriler çoğunlukla oluşturulan, oluşturulmaya çalışılan algıların işine yarıyor ve sonuçta bu algıları destekliyor. İşsizlik ve enflasyon verileri gibi temel makro ekonomik veriler, kullandığınız veri seti ve yönteme göre, ancak olmuş bitmiş olanın rakamsal yaklaşık özetidir. Mesela cari açık rakamları, bize finanse edilmiş açığı verir, zaten parayı bulup çözmüşüz, şimdiye değin nasıl çözdüysek bundan sonra da öyle çözeriz diyebilirsiniz ama bunu demiyoruz çünkü burada şu varsayım devreye giriyor; her şey şimdiye kadar olduğu gibi olmayabilir; peki, böyle olursa ne yapmak gerekir, esasında tartışılan tam bu...
Şu “açık” meselesi
Bu veri, yani ülkelerin dış ticaret fazlası ya da açığı vermeleri, küresel ekonomik hiyerarşiyi de anlatan kritik bir veri olduğu için, statik işsizlik, enflasyon gibi temel makro ekonomik verilerden daha önemlidir. Böyle olunca bir ülke, eğer dış açık veriyorsa bu açığı kapatma yolu -tercihi- o ülkenin ekonomi-politik yolunu da size anlatır. Yine eğer, ülke dış fazla veriyorsa, bu fazlayı nasıl kullandığı ve ne amaçla nasıl fazla verdiği önemlidir çünkü bu durum sistemik bir konudur. Örneğin, Çin’in şimdiye değin verdiği fazla ile ABD’yi finanse etmesi, Suudi Arabistan’ın petro-dolarlarının yine dönüp dolaşıp ABD’ye dönmesi bize sistemin nasıl döndüğünü ve buna bağlı hiyerarşiyi anlatır.
Yorgan meselesi
Aynı şekilde Türkiye dış açık veriyor; hayır artık dış açık vermeyeceğiz demenizin bir manası yoktur; ama dış açığı artık bu şekilde finanse etmeyeceğiz demenizin bir manası vardır. Bu, aynı zamanda, oldukça politik bir çıkıştır da... Tasarruflarımız düşük, dış açık veriyoruz, peki neden; hem tasarruf açığını hem de dış açığı finanse etmeye yarayan politikalarımız, bize bu açıkları verdiren politikalar olmasın sakın...
Eğer böyleyse, sürekli tasarruf düşüklüğünden şikâyet edip, millete olmayan parasını çarçur etmemesini öğütlersiniz; “Ayağını yorganına göre uzat” burada en çok hatırlanan deyiştir ama mantıksızdır, şunu sormak gerekir: “Bana neden boyumdan kısa yorgan düşüyor?” İnsan boyunu uzatıp kısaltamaz, Pinokyo değiliz, yeterli bir yorgan almak daha akıllıca değil mi? Türkiye, hem tasarruflar hem de dış açık konusunda yanlış yorgan kullanıyor, bunun için de açıkta kalıyoruz. Şimdi siz özel sektörün yatırım politikalarını, hane halklarının da tüketim eğilimlerini tasarruf etmeyecek şekilde yönlendirirseniz ülke her zaman tasarruf-yatırım açığı, dolayısıyla dış açık verir. Aynı şekilde, cari para politikanız verdiğiniz açığı finanse ederken ileride daha fazla açık vermenize yol açıyorsa, “Açık veriyoruz, bu sürdürülemez, kemerleri sıkalım, faiz artıralım, böylece dışarıdan para girer, tasarruflar da böylece artar” deyip durmanızın önce bir anlamı olmaz ama burada çok da ısrar ederseniz, bu artık başka bir “şey” olur.
Teori meselesi
Bu, “Aman ayağını yorganına göre uzat” dış ticaret teorilerinin babası David Ricardo’dur. Temel iddiası şu; ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ne olursa olsun, karşılıklı ticaret herkese kazandırır. Çünkü herkesin “mukayeseli” bir avantajı vardır. Ricardo, bunun için Britanya ve Portekiz örneğini verir ve burada Britanya kumaşta, Portekiz şarapta avantajlıdır. Burada hem ülkeler hem de mallar tesadüf değildir. O tarihlerde yani 1600-1750 arası, Portekiz, Brezilya’yı iliklerine kadar sömürmüşü ama daha fazlası için bir tık gerekiyordu; mesela İngiltere gibi dokuma sanayiinde sıçrama... Ama bunu yapamadı, İngiltere, bu alanda korumacı anlaşmalarla Portekiz ve diğer ülkelerdeki dokuma sanayiini öldürdü. Portekiz’in elinde yalnız İngiltere’ye vereceği şarap kaldı. Ricardo da bunun teorisini yaptı.
Şimdi Yunanistan’da “solcu” olduğunu iddia eden Çipras yeniden kemer sıkacağız dediği için halk ayaklandı, Brezilya’da Rousseff, ekonomide çok önemli adımlar attı ama bir türlü bu çemberi kıramadı ve ülkede yeniden geriye dönüş başladı.
Evet, bütün bu yazıyı aslında şunu söylemek için yazdım; bir ülkenin nasıl bir ekonomi politikası uygulayacağı, dış açık verip vermeyeceği, hangi malları üreteceği ve ihraç edeceği politik bir tercihtir ve “Ben özgürce bu tercihi yapacağım” demek bir meydan okumadır. Statik ekonomik verilere, maksatlı ve günü geçmiş teorilere artık saplanıp kalmayacağız. Ve bu değişimi yapacağız. Bu her kesim ve herkes için de iyi olacak.