Bu hafta perşembe günü yapılacak olan Avrupa Merkez Bankası (AMB) para politikası toplantısında euro bölgesinde negatif faiz uygulamasını derinleştiren bir adımın daha atılması bekleniyor. Beklenti AMB’nin faizleri 10 puan daha indirmesi; böylece euro bölgesinde faizler eksi 0.4’e inecek. Burada beklenti, bilindiği gibi, banka sistemi rezervlerinin merkez bankaları yerine piyasaya kredi akışı olarak dönmesi ve ekonomiyi ısıtmasıdır. Varlık fiyatlarının yükselmesi ve daha rekabetçi bir seviyeye gelen euro’nun da ihracatı desteklemesi negatif faiz uygulamasının ikincil faraziyeleri. Tabii bunlar faraziye (varsayım); pek böyle olduğunu ya da olacağını söylemek zor gözüküyor. Nitekim AMB Başkanı Draghi, göreve geldiğinden bu yana tam 47 para politikası toplantısı gerçekleştirilmiş ve bu 47 para politikası toplantısının on kadarı Draghi ve ekibinin Avrupa’da enflasyonu yukarı çekecek radikal teşvik önlemleriyle sonuçlanmış. Ama geçen hafta gelen enflasyon verisi hâlâ umut verici değil, yani durgunluk tehlikesi artık yok; bizzat durgunluğun kendisi kapıya dayanmış durumda. Umutsuz “genişleme” politikalarından negatif faiz uygulamasına geçen AMB bizce bu sefer de istediğini elde edemeyecek.
Bitenler...
Avrupa Komisyonu, 2010 tarihinde hazırladığı Ticaret, Büyüme ve Dünya İlişkileri Raporu’nda, temel amacın hızlı ama kapsayıcı, sürdürülebilir bir büyüme olduğunu vurguluyordu. Refah devletinin korunması gerektiğinin de altı çiziliyordu. Bu raporda, şimdi gündemde olan kriz öngörülüyor ve yeni serbest ticaret anlaşmalarının, çok taraflı olarak, gündeme gelmesinin gerekliliğine işaret ediliyordu.
Raporda, örtülü de olsa, daha önceki Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) düzenlemelerinin, gelişmekte olan ülkeleri dikkate almayan ve yalnız Batı’nın çıkarlarını önceleyen bir çerçeve çizdiğinin vurgusu yapılıyordu. Bu bağlamda, fikri mülkiyet hakları, rekabet politikası, yeni yatırım alanları mevzuatı ve gümrük uygulamaları gibi alanlarda, gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarını da gözeten yeni bir ticaret çevrimi ihtiyacı dile getiriliyordu.
Ancak AB ve genel olarak Batı, korumacılıktan her platformda şikâyet ederken, ticaretteki engelleri kaldırmadı. Şimdi bu gecikmenin ve sömürgeci merkantilist anlayışın cezasını ödüyorlar. Bu anlayışa göre, iki ülke ticaret yapıyorsa her ikisi de aynı anda, aynı oranda kazanamaz, karşılıklı ikili ticaretin bir mutlak kazananı, bir de mutlak kaybedeni vardır. İşte bu anlayış, şimdiki dünyayı oluşturdu, bir tarafta açlıktan ölenler bir tarafta ise lüksün ve israfın içinde kaybolanlardan oluşan bir dünya... Şimdi artık bu anlayışın, daha doğrusu, paradigmanın bittiğini görüyoruz.
Başlayanlar...
Avrupa Merkez Bankası ne yaparsa yapsın bu şartlarda krizin üstesinden gelemeyecek, çünkü bir önceki sermaye birikim döneminin politikalarını ve çözüm yollarını deniyor; yani birlik olduğunu iddia ediyor ama ulusal ekonomiler üzerinden düzenleme yapıyor, küresel pazarların karşılıklı dinamiğini, entegrasyonunu hesap etmiyor, yalnız euro bölgesi ulusal pazarlarında işler iyi giderse durumu idare edeceğini sanıyor. Bugün üç temel büyük pazar dinamiği birbirine entegre çalışmak zorunda: Avrupa, Asya ve Amerika; hatta buna çok yakında Afrika’da eklenecek. Çin başta olmak üzere, Afrika’ya Asya’dan gerçekleşen sermaye ihracı Batı’nın daha önceki yüzyıllarda yaptığından çok farklı bir dinamiği harekete geçiriyor.
Türkiye, geçen hafta sonu 3. Boğaz Köprüsü’nün son tabliyesini monte edip, Asya ile Avrupa’yı üçüncü kez birleştirdi ama bu sefer çok farklı idi bu birleşme... Çünkü 3. Boğaz Köprüsü, Marmaray’la birlikte, Yüksek Hızlı Tren (YHT) hatlarını entegre edecek. Halkalı-Kapıkule YHT hattı, Marmaray ile, 3. havaalanı ve köprü esasında aynı projenin parçaları...
M.S. 8-15. yüzyıl arasında Çin’in eski başkenti Xi’an’dan Atlas Okyanusu’na kadar olan geniş alanda emek, mal, sermaye, bilgi ve teknolojinin serbestçe dolaştığı bir piyasa oluşmuştu. İslam medeniyetinin de etkisiyle bu coğrafyada insanlık tarihin en büyük entegrasyonu gerçekleştirilmişti. Bu “eski” İpek Yolu güzergâhı, bir bakıma uygarlaşma güzergâhı işlevini yerine getirmişti.
Türkiye coğrafyası, o zaman da bu uygarlık yolunun merkeziydi; şimdi de krizden çıkışın ve yeni İpek Yolu ile yeni bir kalkınma yolunun merkez üssü.
Yeni İpek Yolu’nun hangi güzergâhı öne çıkarsa çıksın kilit ülkesi Türkiye’dir. Bundan dolayı, Türkiye’deki istikrarsızlık bütün dünyaya kriz ve felaket olarak döner. Yeni İpek Yolu ve orta-güney koridorlar aynı zamanda Rusya dışında yeni enerji kaynaklarını Avrupa’ya ulaştıracak yegâne seçeneklerdir. Yeni İpek Yolu ile Güney Gaz Koridoru bu anlamda kardeştir ve burada da Türkiye kilit ülkedir. Yeni İpek Yolu güzergâhları, AB genişlemesi ve krizi için tek alternatiftir ve dünya barışı için de tek alternatiftir. Bu açıdan AMB’nin atacağı adımlar krize çare değildir, ancak 3. köprü çaredir. Ve “eskiye” esaslı bir meydan okumadır.