Bugün Nijerya’nın başkenti Abuja’dayız. Nijerya aslında Afrika gerçeğini -tarihi ve güncel durumuyla- tam anlamıyla anlatan bir ülke. Zengin doğal kaynakları, etnik ve dini çeşitliliği ve 180 milyonu aşan nüfusu ile Nijerya Afrika’nın, daha doğrusu, dünyanın şu andaki halinin aynası gibi. Nijerya’yı anlatmak için şu günlerde ülkedeki en önemli tartışmaya değinerek başlamak yeterli olur sanıyorum. Nijerya, dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz yataklarına sahip ülkelerinden biri; günde iki milyon varil petrol üretiyor ama ülkede uzun zamandır işlenmiş yakıt sıkıntısı var; öyle ki havayolu şirketleri yakıt bulamadıkları için uçuşlarını iptal ediyorlar; yakıtsızlıktan benzin istasyonları kapanıyor. Ülke, günde iki milyon varilden fazla petrol üretirken bunu işleyecek rafineri olmadığı için net enerji ithalatçısı durumuna düşmüş.
Nijerya meselesi...
Dün ülkenin ulusal petrol kurumu olan The Nigerian Petroleum Corporation (NNPC) bir açıklama yaparak enerji pazarındaki dev oyuncuların yakıt kıtlığına son vermesi çağrısında bulundu. Ama sistemin en acımasız ve fırsatçı yapılarının böyle çağrılara ne yanıt vereceğini tahmin etmek zor değil. Bu çağrının tam aksini yapacaklardır; hükümetin paniğe kapıldığını düşünüp, sevkiyatları daha da kısacaklar, karaborsayı yayıp, fiyatlara tavan yaptırarak kârlarını katlayacaklar.
Düşünsenize, dünyanın en büyük 8. petrol ihracatsısınız ve kanıtlanmış rezervleriniz de ilk on arasında ama petrol türevi mamul mal sıkıntısı çekiyorsunuz ve halkınız yoksulluktan, işsizlikten kırılıyor. ABD’nin petrol ithalatının yüzde 11’i size ait, milli gelirin yüzde 40’ı petrolden geliyor, yılda yüzde sekiz falan büyüyorsunuz ancak bu gelirler ve büyüme halka yansımıyor, üstelik, ülke ürettiği malı işleyemediği için ekonomi duruyor.
Bu durumu yalnız ülkedeki yöneticilerin yetersizliğiyle açıklayamayız; bu ülkede köle ticareti tam 350 yıl sürmüş, Nijerya’ya Avrupa sömürgeciliği 15. yüzyılda ayak basmış, ülke 19. yüzyıl başlarından itibaren de İngiltere’nin etkisine ve sömürgesine girmiş. 2. Dünya Savaşı sonrası, Soğuk Savaş döneminde de ABD’nin etkisi ve petrol alanlarını dev şirketlerle ele geçirmesiyle ülkede yoksulluk ve buna bağlı ayaklanmalar, iç savaşlar eksik olmamış. 1967-70 iç savaşında bir milyondan fazla insan ölmüş ve bu savaş, Afrika’nın en kanlı iç savaşı olarak tarihe geçmiş.
‘Birleşik Afrika’
Tabii ki bütün bu süreçte ülkenin petrol kaynakları ABD ve İngiltere kökenli dışarıya aktarılmıştır. Nijerya, ABD petrol, silah endüstrisini ayakta tutan, büyüten bir yeni sömürge olarak var olmuş hep. 1960 yılında gelen “bağımsızlık” çok şeyi değiştirmemiş.
Şimdi Nijerya, hızla düşen petrol fiyatlarından Rusya gibi rahatsız, daha fazla düşmesin diye girişimlerde bulunuyor. Ama Nijerya’nın asıl sorunu düşen petrol fiyatları değil, artan nüfus ve sanayileşmeyle birlikte hızlanan işlenmiş yakıt talebi. Bu şartlarda petrol fiyatları diyelim 150 dolar oldu, Nijerya halkı için değişen hiçbir şey olmaz, günde iki milyon varilden fazla petrol üreten ülkenin artan ihracat geliri yine “içeride” kalmaz, petrolü üreten şirketler ve onların kollayıcısı bürokrasi zenginleşirken, halk yoksulluğa mahkum olur, tabii bunun sonucu da artan terör ve istikrarsızlık olacaktır.
Peki, bu kısır döngü Afrika ve birçok gelişmekte olan ülke için böyle sürüp gidecek mi, yüzyıllar önce kurulan bu çember hiç açılmayacak mı? Benim Afrika’da gözlemlediğim şu oldu; Afrika’daki tüm siyasi liderler ve siyasi yapılar, şimdiki sınırların ve bölünmüşlüğün bir sömürgecilik dayatması olduğunu biliyorlar, bu anlamda birleşik Afrika fikri hep bir yerlerde bir gün mutlaka gerçekleşecek bir siyasi tahayyül olarak duruyor. Ama bunun dışında siyaset ve kamuoyu bütün bu olan bitenin farkında ve halkın da farkında olduğunu, bu tarihsel adaletsizliği ortadan kaldırmadan ülkelerine istikrar ve refah gelmeyeceğini işbaşındaki liderler biliyor.
Erdoğan’ın söylediği
Bu anlamda Türkiye ve Erdoğan onlar için bir başarı hikâyesi...
Nijerya’dan önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gana Meclisi’nde bir konuşma yaptı, orada var olan sistemin şimdiki haliyle ve kurumlarıyla ekonomik ve siyasi olarak sürdürülemez olduğunu, sistemin gelir eşitsizliğini üreterek ayakta duramayacağına vurgu yaparken, kaynakların, servetin küçük bir azınlığın hakimiyetinde olmasının kabul edilemez olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı’nın bu çerçevede Birleşmiş Milletler’in yapısının değişmesi gerektiğini, her zamanki gibi, söylediğini de not edelim.
Erdoğan, Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu için yeni bir çıkışı gündeme getiriyor; bu çıkış, Soğuk Savaş döneminde gündeme gelen “bağlantısızlar” çıkışından çok daha kapsamlı, sahici ve ayakları yere basan bir siyasi paradigmaya tekabül ediyor. Çünkü bu, yalnız gelişmekte olan Doğu ve Güney’in krizine yönelik değil, Batı’nın en büyük krizinden de çıkışı öneriyor aynı zamanda. Şu unutulmamalıdır; bugün, Afrika’da Nijerya, Avrupa ve Asya’da Türkiye gibi ülkeler demokrasi ve refaha varmadan, bu ülkelerde istikrar olmadan Batı’nın krizi bitmez; sistem, artık birkaç petrolcünün, silahçının, medya tröstünün ve küresel finans oligarşinin cambazlıklarıyla ayakta kalamaz.