Geldi bayram yine, boynuzuna al fular dolanmış koçuyla, kavurması pilavı, baklavasıyla geldi Kurban Bayramı! Cebinde mendili, içinde harçlığı, umuda dair sözleri, laflarıyla çaldı yine kapımızı…
‘Ah nerede o eski bayramlar’ konulu bir yazı yazacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz çünkü eski hayatımız yok ki bayramımız da eskisi gibi olsun. Kısıtlamaların kalkmasıyla zemberekten boşalmış gibi
fırladık dışarıya. Onca ayın sıkıntısı, kapanmaların bunaltısı, darlanması ile attık kendimizi sokaklara. Bu bile bayramdı hepimize onca zaman sonra. Ne özlemişiz kalabalık sofraları, karşılıklı sohbetleri, sarılıp öpüşmeyi. Dedikleri doğruymuş; Kahve bahaneymiş, şahane olan muhabbetmiş. Tek başına yenen yemek, kral sofrası olsa fark etmezmiş. Kral olan eş-dostla yenenmiş. Acıya da katlanılır, hüzne de dayanılırmış yeter ki birlik olunsun, yalnız kalınmasınmış. Bu da kesin bilgiymiş, yayılsınmış!
Bu kadar hasretten sonra padokstan fırlayan atlar gibi fırlayınca dışarıya bir de üstüne tatil olunca Ege ve Güney kıyıları akın akın insan seliyle doldu taştı. Bodrum, Çeşme girişindeki trafikte kilometrelerce dizilen araçlar, lokantaların önündeki kuyrukla, plaj ve sahillerdeki hınca hınç kalabalıklar, bayramın tüm haşmetiyle geldiğinin göstergesi işte. Çünkü eski adetler, naftalinlenip kaldırıldığından beri sandıklara, el öpme- ziyaret etme geleneği yenildiğinden beri yıllara bayramlaşma yerini tatilciliğe bıraktı, yazlıkçılık kazandı. Sarılıp kucaklaşmaların, el öpülen ziyaretlerin yerini, samimiyetsiz toplu bayram mesajları aldı. En sevmediğim de bu zaten, hiç uğraşılmamış, emek verilmemiş, herkese gönderilen sıradan bayram mesajları. Değil cevap vermek, okumuyorum bile onları. İki tuşa bas da arayıver bir zahmet, yok illa yazacaksan da kişiselleştir, karşındakine kendini özel hissettir. İki bayram var zaten topu topu, onda da parmağını biraz fazla hareket ettir.
Zor dönemlerin ardından gelen bir bayram bu seferki, gecenin ardındaki sabah, kıştan sonra gelen bahar gibi. Yüreğin çatlaklarından sızan sular gibi gelen bayram. Büyük harflerle önce SAĞLIK dediğimiz, önceden az biraz şimdilerde kıymetini fazlasıyla bildiğimiz. Belki de o yüzden sızlamayan her organ, hele hele burun direği, bayramdır. Her sızlama fenadır da burun direğinin sızlaması bir başkadır. Özlemden sızlar, hasretten, sevgiden, öfkeden. Kalbin omuriliğidir burun direği, rezil de eder, vezir de eder yüreği!
Kurban olurum sana derken sevdiklerimize, dikkat edelim bence. Çünkü kurban ne ettir özünde ne de tatil. Kurban, İbrahimce bir adanış, İsmailce bir teslimiyettir. Adaktır, duadır, kısmettir. Kıymet bilene hediyedir.
Velhasıl bir bayramı daha karşılarken ümmetçe, küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden, sevdiklerimin yüreğinden öperim. Çok sağlık, pek mutluluk, bol huzur, afiyet dilerim !
Allı Turna; Affet bizi !
Bayram dedik, düştük yollara. Düşmez olaydık. Hele de Tuz Gölü’nün oradan geçmez olaydık. Tabiatın en acı katliamlarından birine tanık olmayaydık keşke. Binlerce flamingo, yavrularıyla birlikte susuzluktan öldü, yüreğimize kor düştü.
Tuz Gölü, her sene dünyanın en büyük flamingo kolonisine ev sahipliği yapıyor. Mart ayından itibaren dünyanın dört bir yanından gelen flamingolar, göl çevresinde kuluçkaya yatarak yavruluyor. Sonrasında da yavrularıyla birlikte bir sonraki sene gelmek üzere göç ediyorlar. Bu sene ise çorakta toprakta tarım yapmak üzere yanlış sulama yapılınca, flamingolar susuz kaldılar ve ne yazık ki telef oldular.
Biliyor musunuz, flamingolar sıradışı doğa koşullarının olduğu, özel tabiat alanlarını seçerlermiş kuluçka için, ben bilmiyordum. Özel arazileriymiş seçtikleri yerler ve Tuz Gölü çevresi de bu yerlerden biriymiş. Kilometrelerce öteden günlerce aylarca gel, cahil biri suyu kessin, öl sen de! Bu resmen cinayet değil de ne ?
Uzun bacaklı flamingo dediğimiz uğruna türküler yaktığımız allı turnadan başkası değil. Yüzyıllardır memleket topraklarında baharla karşıladığımız, seherine haber bağlayıp anaya, bacıya, Yâra selam yolladığımız allı turnalar. Ne güzel diyor türküde; “Allı turnam ne gezersin ovada/ Devrildi araba kaldık burada/ Ne onmadık kulumuşsun dünyada/ Akşam oldu all turnam, dön geri dön…
Ruhun Şad olsun Neşet Ertaş !
Biz hangi ara bu kadar kötü olduk bilmiyorum. ‘Bak üçe kadar sayıyorum’ diye tehdit ederken bile araya ikibuçuğu sıkıştıran vicdanlı çocuklardık, ne ara insanlıktan çıktık!
Hasankeyf sular altında, Soma’da maden ocağında patlama, Marmara denizinde salya. Anlaşılan o ki;
Biz büyüdük ve kirlendi dünya !
Bize ne !
Astronotları geçtim artık sıradan insanlar uzaya gidiyor başka ülkelerde, bizde hala muhabbet şort giyme, türbanla girme! Yok şort çok kısaymış, yok mini etek sakıncalıymış, dekoltesi fazlaymış diyenlere kızarken genelde yazları şimdi de başörtüsüyle beach’e yani plaja girme- girmeme muhabbeti başladı. Türbanlı modacı Hülya Aslan, geçen gün İzmir Alaçatı’da bir plaja girerken gençlerden oluşan 3-4 kişilik bir grubun kendisine bakıp, kendisinin de duyabileceği şekilde ‘Başörtüsü ile plaja girmek mi- ne alaka’ dediklerini duymuş ve duyduğu üzüntüyü sosyal medya sayfasında paylaşmış. Kendisine gerek halktan gerekse de sanat dünyasından çok sayıda destek gelmiş.
Yıl olmuş 2021, millet uzaya gidiyor, tek tuşla film izle- çamaşır yıka- yemek getir yapılabiliyor, teknolojinin dibine vuruluyor biz hala şorttur- başörtüsüdür- türbandır, bunu konuşuyoruz. Sanırsın ki 16.yüzyıl Ortaçağ Avrupa’sındayız, istediğimiz gibi giyinmeyenleri sallandırarak asmalıyız.
Düşünce özgürlüğü, fikir serbestisi diye bas bas bağırmadan önce, başkasının hayat şekline salça olmamak gerektiğini anlamalıyız! İsteyen şort da giyer, otobüse biner isteyen türbanını çıkarmadan denize girer, BİZE NE!
Şort giyenden tahrik oluyorsan nefsini kontrol etmeyi öğren önce. Edemiyorsan de kontrol sapık olduğun gerçeğiyle yüzleş bence! Dini inanışları, yetişme tarzı, alışkanlığı, her ne sebeple olursa olsun başını kapatan, türban takan kişilere de karışma hakkın yok, anla bunu, yaz yüz kere, pekiştir iyice!
Biz her kesimden, her dil, dinden oluşan kültür mozaiği bir ülkeyiz, aynı topraklarda aynı değerler için mücadele etmiş, omuz omuza vermiş bir milletiz. Bu değerlerle birbirimizin fikirlerine, hayat düzenine saygı duymayı öğrenmeliyiz. Ülkenin polisi var, savcısı var, hakimi var- yargılama işi onların, biz uzaktan çekirdek çitleyip ahkam kesemeyiz!
Karşımızdaki ‘haklı mı- haksız mı’ demeden önce, ‘hak’ nedir onu bilmeliyiz!
Herkes dönüp kendine baksın önce, sorsun; ‘Ben kim oluyorum da karışıyorum başkasına, ayıp yaptığım ve de çok hadsiz ! ‘
CANSEN ERDOĞAN